3 Ocak 2009 Cumartesi

www.favoriforum.net 2009 seo yarışması
İnternet dünyasında birçok yeni yarışmalar düzenleniyor bunlardan biride favoriforum.net tarafından gerçekleştirildi diğerlerine nazaren farklı bir hediye ile karşımıza çıkan favoriforuKalınm.net kurucusu host hediyesi veriyor öyle hatırı sayılmaz bi hostta değil, hatırı sayılacak bir host yarışma hakkında bütün bilgilere aşağıdaki web sitesinden ulaşabilirsiniz.
http://favoriforum-net-2009-seo-yarismasi.blogspot.com

Picasa 3.1 - Google Grafik Duzenleme Araci


Google'ın üretimini yaptığı Picasa yazılımı sayesinde fotoğraflarınızı bulmak , düzenlemek veya paylaşmak kısacası aklınıza gelen herşeyi yapmak artık çok basit. Bilgisayarınızda bulunan tüm image dosyalarını program aracılığıyla görüntüleyebilir , bulduğunuz bu fotoğraflara istediğiniz efektleri verebilir, düzenlemeler yapabilirsiniz. Ve düzenlediğiniz bu fotoğrafları anında istediğiniz insanlara kısa yoldan aktarabilirsiniz . Picasa oldukça başarılı bir fotoğraf düzenleme programıdır.

Google gibi bir devin bu yazılımın arkasında olması ne kadar güçlü bir program olduğunun göstergesidir sanırım .




http://dl.google.com/picasa/picasa3-setup.exe

Picasa 3.1 - Google Grafik Duzenleme Araci


Google'ın üretimini yaptığı Picasa yazılımı sayesinde fotoğraflarınızı bulmak , düzenlemek veya paylaşmak kısacası aklınıza gelen herşeyi yapmak artık çok basit. Bilgisayarınızda bulunan tüm image dosyalarını program aracılığıyla görüntüleyebilir , bulduğunuz bu fotoğraflara istediğiniz efektleri verebilir, düzenlemeler yapabilirsiniz. Ve düzenlediğiniz bu fotoğrafları anında istediğiniz insanlara kısa yoldan aktarabilirsiniz . Picasa oldukça başarılı bir fotoğraf düzenleme programıdır.

Google gibi bir devin bu yazılımın arkasında olması ne kadar güçlü bir program olduğunun göstergesidir sanırım .




http://dl.google.com/picasa/picasa3-setup.exe

Picasa 3.1 - Google Grafik Duzenleme Araci


Google'ın üretimini yaptığı Picasa yazılımı sayesinde fotoğraflarınızı bulmak , düzenlemek veya paylaşmak kısacası aklınıza gelen herşeyi yapmak artık çok basit. Bilgisayarınızda bulunan tüm image dosyalarını program aracılığıyla görüntüleyebilir , bulduğunuz bu fotoğraflara istediğiniz efektleri verebilir, düzenlemeler yapabilirsiniz. Ve düzenlediğiniz bu fotoğrafları anında istediğiniz insanlara kısa yoldan aktarabilirsiniz . Picasa oldukça başarılı bir fotoğraf düzenleme programıdır.

Google gibi bir devin bu yazılımın arkasında olması ne kadar güçlü bir program olduğunun göstergesidir sanırım .




http://dl.google.com/picasa/picasa3-setup.exe

www.favoriforum.net 2009 seo yarismasi

www.favoriforum.net 2009 seo yarışması
İnternet dünyasında birçok yeni yarışmalar düzenleniyor bunlardan biride favoriforum.net tarafından gerçekleştirildi diğerlerine nazaren farklı bir hediye ile karşımıza çıkan favoriforum.net kurucusu host hediyesi veriyor öyle hatırı sayılmaz bi hostta değil, hatırı sayılacak bir host yarışma hakkında bütün bilgilere aşağıdaki web sitesinden ulaşabilirsiniz.
http://favoriforum-net-2009-seo-yarismasi.blogspot.com

Sigaranın Zararlari [ Video ]

Manara Melekleri

Manara... Bütün gün beyninde yankılanan sözcük buydu. Güzel, unutulmamış bir kadının adı mıydı bu, ya da bir fahişenin? Belki de tenha bir balıkçı kasabasının adı. Hayır, ikisi de değil: ikinci sınıf bir ressamın adıydı bu: Manara.
Ona sorsalar Manara'nın bir ressam olduğunu söyleyemezdi. Bir grafiker derdi belki, ya da mizah dergilerinde erotik karikatürler çizen bir serseri. Ama işte bu gece Manara onun zihnini ve ruhunun derinliklerini gerçek bir sanatçı gibi kurcalıyordu. Manara'nın çizdiği kadınlar pornografik bir yayının yapacağı etkiden çok daha fazlasını yapıyordu. Tuvalette beş dakika baktıktan sonra basitçe çöpe atamıyordunuz bu kadınları. Bakışları adeta bilincinizin derinliklerine nüfuz ediyordu. Kalçalarındaki tek bir kıvrım en gizli, belki de en acımasız arzularınızı ortaya çıkaracak cinstendi.

O gün nostaljik Taormina kasabasını gezerken şöyle bir göz gezdirdiği Manara kitabının böyle büyük bir etki uyandıracağını nasıl bilebilirdi? Şu anda beş yıldızlı otelin asansör müziğiyle renklendirilmiş açık hava barında içkisi yudumlarken sanki Manara'nın kadınları da onunla birlikteydiler.

Bir sigara yaktı ve çevresine bakındı. Neyse ki hayalindeki bu kadınlarla boy ölçüşebilecek herhangi bir kadın yoktu etrafında. Şu an karısı ne yapıyordu acaba? Muhtemelen arkadaşının evinde geçirdiği tekdüze gecelerden sıkılmış, Taksim civarında bir yerde eğlenmeye çalışıyordu. Taksim... Daha bir hafta önce oradaydı ama bulunduğu otelin steril atmosferi Taksim'i uzak bir düş gibi çıkarıyordu karşısına. Tekrar eşini düşündü. Manara’nın kadınları gibi ufak bir etek giyip eğilmişti hayalinde ve gerçekten bu kadınlardan biri olabilecek denli güzeldi. Ancak gerçek sertti: Şu an eşi yanında yoktu. Görüntüsü aynı Taksim manzarası gibi bir düştü yalnızca. Çekici bir adam yalnızlığa ne kadar dayanabilir? Belki de bir kaçamak…

Etrafındaki eciş bücüş İtalyan kadınlarına baktığında rahat bir soluk aldı. Hayır, böyle bir kaçamağın vicdan azabıyla yüz yüze gelmek zorunda kalmayacaktı. İtalyan kadınları posterlerde ne kadar da güzellerdi. Tabi, posterlerde herkes güzeldir. Asla bir parçası olamayacağımız mükemmel bir hayat içerisinde, ebedi bir ışıkla çevrelenmiş olarak yaşarlar. Gün içerisinde kiliselerde gördüğü kutsal kadın resimlerini düşündü. Artık kimse bunlara prim vermiyordu. Neden mi? Çünkü geçmiş zamanın azizeleri artık billboardlara taşınmışlardı. Üstelik bir namus sembolü olmaları gerekmiyordu. Memelerinin veya popolarının bir parça gözükmesi o ulaşılmaz, kutsal ve ebedi imajlarından bir şey eksiltmiyordu.

Grappası bitmişti. Ayağa kalktığında biraz sersemledi. Sonra hatırladı. Önce sağ adım, sonra sol, sonra tekrar sağ. Bir masadan her sarhoş kalkışında, yürümeyi yeni baştan öğrenen bir bebek gibi hissediyordu kendini. Bu his hoşuna gitmiyor değildi. Salınarak otel odasına doğru yürümeye başladı. Karanlık havuzun yanından geçerken bir şey takıldı gözüne. Suyun içinde bir şeyler çırpınıyordu. Az yaklaştığında gözlerine inanamadı. Havuzun içinde olağanüstü güzellikte üç kadın çırılçıplak bir şekilde yüzüyordu. O yaklaştığında ürkerek havuzun diğer tarafına kaçıştılar. Etrafına bakındı, hiç kimse yoktu. Havuzdan kıkırdamalar duyuldu. Kadınlar yavaşça yüzerek ona yaklaştılar. İnanılmazdı. Biri sarışın, biri kumral, biri de kızıldı. Kumral olanı gülerek konuştu:

‘Sen miydin? Biz de bir yabancı sanmıştık.’

‘Siz…Siz beni tanıyor musunuz?

‘Peki sen?’ dedi sarışın olanı, ‘Sen Manara’yı tanıyor musun?’

Manara’nın ismini duyduğu anda damarlarında alkolden alev alev olmuş kanının bir anda buz kestiğini hissetti. Kızıl olan:

‘Sanırım biliyorsun.’ dedi. ‘Bizi Manara yolladı. Sadece senin için. Hiç kimse bilmeyecek. Manara ve biz, sır saklamak konusunda uzmanız.’

Yavaşça sudan çıkarak etrafını sardılar. Su damlaları çıplak bedenlerinden aşağı kayıyor, bazı damlalar göğüs uçlarında bir an duraksayıp sonra yere düşüyordu. Kum saati gibi mükemmel ölçülere sahiplerdi ve gözlerine baktığınızda herhangi bir sinsilik veya düşmanlık okuyamıyordunuz. Bu kadınların gözlerinden bir anne şefkati akıyordu adeta, takım elbisesini hızla çıkaran elleriyse doğum gününde en çok istediği hediyeyi almış olduğunu bilen bir kız çocuğunun hediye paketini açarkenki heyecanını taşıyordu. Karşı koymak imkansızdı. Üçü de onu paylaşarak, sabırla ve zevkle onunla karanlık havuzun köşesinde birlikte oldular. Kumral olanı konuştu:

‘Hala boşalmadın. Daha önce hiç senin gibi bir erkekle birlikte olmadım. Kendimi… Kendimi çok değerli hissediyorum.’ dedi. Sarışın olan:

‘Lütfen bizimle suya gel.’ dedi. ‘Bizle bir kez de suyun içinde birlikte ol. Sıvılarımız suya karışsın.’

Karşı koymak bir yana, adam bu anın sihrini ortadan kaldıracak tek bir davranıştan çekinerek, Manara’nın üç meleğiyle birlikte suya daldı. Sarışın olanla sırtını havuzun duvarına dayayıp birlikte olmaya başladı. Bu sırada kumral olanı havuzun kenarına oturup uzun bacaklarını onun omuzlarına doladı. Kızıl olan ortalıkta gözükmüyordu. Birden sol ayak bileğinde delici bir acı duydu. O anda kumral olan saçlarına tırnaklarını sapladı ve sarışın olan boynundan derin ve lezzetli bir ısırık aldı. Havuzu boydan boya kaplayan kırmızı renk bu karanlıkta bile seçiliyordu.


Sabahın erken saatinde havuz görevlisi bu vahşice ısırılıp emilmiş vücudu buldu. Üç kadının izi bile yoktu. Görevli havuzun kenarına bırakılmış ceketin cebinden adamın kimliğini çıkardı. Dudakları ses çıkarmadan hareket ederek şu ismi heceledi:Mi-lo Ma-na-ra.

Giderken Yanında Götür Gülüşlerini

Giderken.
Yanında götür gülüşlerini.
Öpüşlerini.
Özlemeyeyim.
Kokunu da götür.
Arzulamayayım seni.
Tenini.
Yanımdasın zannetmeyeyim.
Sevişmeyeyim gölgenle.
Unutma sakın hayalini.
Onu da götür.
Odamda dolanmasın.
Kırmızı pabuçlarını da götür.
Gelmesin ayak seslerin.
Gül tablosunu.
Kül tablasını.
Ne varsa.
Kuş tüyü yastığını da al yanına.
Sarılmayayım sen diye.
Yanında götür hasretini.
Burnumda tütmeyesin.
Ve bu şehirden al götür kendini
Çıkıpta karşımdan gelmeyesin.
Kalbini de sök kalbimden.
Yokluğun acıtmasın.
Ellerini de çek ellerimden.
Kanatmasın.
Yanımdan götür maziyi.
Hatırlayıpta her gün.
Yaş düşmesin tek tek gözlerimden.
N'olur sevgilim n'olur.
Allahını seviyorsan.
Al elimden şu masum bakışlı resmini.
İstemem tesellisini.
Yakmasın beni ateşlerde.
Bakıp bakıp öfkelenmeyeyim.
Öpüp öpüp delilenmeyeyim.
Bende sana ait hiç bir şeyin kalmasın.
İstemem bana hatıra olmasın.

NİHAT İLİKCİOĞLU

Tavukmu Yumurtadan Çıkar, Yumurtamı Tavuktan Çıkar ?

İngiliz düşünür ve uzmanlar, yüzyıllardır süren ''tartışmaya'' son noktayı koydu: ''Yumurta tavuktan önce vardı, yani tavuk yumurtadan çıktı...'' Sorunun cevabı, genetik materyalin (kromozomlar üzerinde kalıtsal özellikleri taşıyan yapı kitlesi) bir organizmanın hayatı boyunca değişmediği, bu nedenle daha sonra tavuk olarak adlandırılacak ilk kuş türünün, ilk önce ''embriyon'' olarak bir yumurtanın ''içinde'' oluşması gerektiği fikrinde saklı...

İngiltere'nin doğusundaki Nottingham üniversitesinden Profesör John Brookfield, tarih öncesi çağlarda, bugün tavuk olarak adlandırılan türün, bir yumurta içinde embriyo olarak oluştuğunu söyleyerek, yumurta içinde büyüyen ve ileride tavuk haline gelecek organizmanın, tavukla aynı DNA'ya sahip olduğunu kaydetti.

Brookfield, yaşayan türe ait ilk ''maddenin'' bu yumurta olması gerektiği konusunda şüphe bulunmadığını, ''bu nedenle yumurtanın kesinlikle tavuktan önce var olduğunu'' savundu.

Genetik uzmanı Brookfield'e, Londra'daki King's College'den Profesör David Papineua ve İngiliz Tavuk Üreticileri Federasyonu Başkanı Charles Bourns da destek verdi.

Bilim felsefesi uzmanı Papineua, ''mutasyona uğramış yumurtanın, 'tavuk olmayan' ebeveynlerden türediğini, yani bunun tavuk yumurtası olmadığını'' öne süren insanların yanıldığını kaydetti. Papineua, ''Bir yumurtanın içinde tavuk varsa, yumurtanın ebeveynleri tavuk olmasa da o tavuk yumurtasıdır'' dedi.

Federasyon Başkanı Charles Bourns da, yumurtaların tavuklardan çok önce var olduğunu söyleyerek, ''tavuğun yumurtadan çıktığını'' düşünenlere destek verdi.

Hidayet nedir?

Sual: Hidayet nedir?
CEVAP
Hidayet; Hakkı hak, batılı batıl olarak görüp doğru yola girmek, doğru yola iletmek, dalâletten ve batıl yoldan uzaklaşmak, iman etmek, Müslüman olmak, yol gösterici, Kur’an, tevhid gibi anlamlara gelir.

Hidayet, doğru yolu gösterme, Allahü teâlânın razı olduğu yolda bulunma, cenab-ı Hakkın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsan etmesi ve kulun rızasını kendi kaza ve kaderine tâbi eylemesi demektir. İhtidanın manası da hidayete erme demektir, yani Müslüman olma, din olarak İslamiyet'i seçme.

Aşağıdaki âyet meallerinde parantez içinde tefsirlerdeki manaları bildiriliyor:

(Rabbimiz, her şeye bir özellik veren, sonra da hidayet eden [doğru yola eriştiren]dir.) [Taha 50]

(Onların hepsini [İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u] emrimizle [vahyimizle] hidayeti [doğru yolu; İslamiyet’i] gösterecek imamlar [rehberler] kıldık, kendilerine hayırlı işler yapmayı, namazı doğru kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar [puta tapmazlardı] bize ibadet eden kimselerdi.) [Enbiya 73]

(Allah, dilediğini doğru yola hidayet eder, iletir.) [Bekara 213]

([İman ederek] hidayeti kabul edenlerin [Müslümanların] hidayetlerini [doğru yoldaki başarılarını, İslamiyet’e uymalarını Allahü teâlâ] artırmış, onlara kötülükten sakınma çarelerini ilham etmiştir [açıklamıştır].) [Muhammed 17]

(Kim Allah'a inanırsa, Allah onun kalbini hidayete [doğruluğa, İslamiyet’e] erdirir.) [Tegabün 11]

(Altlarından ırmaklar akan cennet ehli, “Allah'a hamd olsun ki, bizi, hidayeti ile [Müslüman yaparak] buna kavuşturdu. Eğer Allahü teâlâ bize hidayet vermeseydi [Müslüman yapmasaydı], kendiliğimizden bu yolu bulamazdık” derler.) [Araf 43]

(İman edip salih âmeller işleyenleri, Rableri, imanları sebebiyle altlarından ırmaklar akan nimeti bol Cennetlere hidayet eder [Cennetlere koyar].) [Yunus 9]

(Ey Resulüm de ki; “Cebrail’e düşman olan, Allah’a düşmandır.” Çünkü o, Kur’anı, Allah’ın izniyle, kendinden önce gelen kitapları doğrulayıcı, bir hidayet [yol gösterici] ve müminler için müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir.) [Bekara 97]

(Biz, hidayeti [Kur’anı] dinleyince, Ona iman ettik.) [Cin 13]

(Allah, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez [doğru yola iletmez].) [Maide 51]

(Dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğine de hidayet eder [doğru yola, İslamiyet’e kavuşturur].) [Fatır 8]

(Allah, dilediğine hidayet verir [İslamiyet’e ulaştırır], dilediğini dalalette bırakır.) [İbrahim 4]

(İhtilaflı şeyleri insanlara açıklayasın ve iman eden bir kavme de hidayet [doğru yolu gösterici rehber] ve rahmet olsun diye bu Kitabı sana indirdik.) [Nahl 64]

(Allah’a likayı [kavuşmayı] inkâr edip de, hidayetten [doğru yol olan İslamiyet’ten] uzak kalanlar, elbette en büyük ziyana uğramış olacaklardır.) [Yunus 45]

(Hidayet ancak Allah’ın hidayetidir [Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur].) [Bekara120]

(İşte onlar, Allah'ın hidayet verdiği [İslamiyet’e kavuşturduğu] kimselerdir.) [Zümer 18]

(Hidayete erenlerin [iman edenlerin, Müslüman olanların] Allah hidayetlerini [İslamiyet’e bağlılıklarını] artırır.) [Meryem 76, Muhammed 17]

(Onları hidayete erdirir [imana kavuşturur].) [Muhammed 5]

(Onlar hidayet [doğru yol] yerine dalaleti satın alanlardır.) [Bekara 175]

(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]

Ölmeden önce Allah’a ulaşmak

Sual: Bazıları, Kur’anda geçen her hidayet kelimesini, ruhun ölmeden önce Allah’a ulaşması olarak tarif ediyorlar. Bu manada bir âyet veya hadis var mıdır? Allah’a ulaşmak ne demektir?
CEVAP
Hayır, o manada bir âyet ve hadis yoktur. Hiçbir İslâm âlimi de, böyle bir şey söylememiştir.

Hidayet; doğru yol, hak yol, İslamiyet demektir. Zıttı dalalettir. Hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak, iman etmek, Müslüman olmak demektir.

Esma-i hüsnadan olan Hâdi ve Mehdi, hidayet eden, doğru yola ileten demektir.

Allah’a ulaşmak diye bir tabir yok, Allah’a kavuşmak tabiri vardır. Bu da ölmeden önce ruhun Allah’a ulaşması değildir. Tefsir âlimleri Allah’a kavuşmayı şöyle açıklıyorlar:

[Dirilmeyi inkâr edip, hesap için] Bize kavuşmayı ummayanlar, [ahiretten gafil oldukları için] dünya hayatına razı olup [dünyayı ahirete tercih ederek] bununla rahatlayanlar ve âyetlerimizden [Yaratanın varlığını gösteren delillerden] gafil olanlar, işledikleri [günahlar] yüzünden Cehenneme gideceklerdir.) [Yunus 7-8] (Öldükten sonra Allah’a kavuşmayı inkâr, dirilmeyi inkârdır.)

Hidayet kelimesi geçen âyetlerden bazılarının mealleri:
(İnne hüdallahi hüvel hüda = Allah’ın hidayet yolu [İslamiyet] doğru yolun tâ kendisidir.) Bu âyetin Türkçe’ye uygun tercümesi şöyledir: (Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur.) [Bekara120]

(İnnelhüda, hüdallahi = Doğru yol, şüphesiz Allah’ın yoludur.) [Al-i İmran 73]

(Ülaikellezine, hedahümullahü = İşte onlar, Allah'ın hidayete eriştirdiği [doğru yola ulaştırdığı] kimselerdir.) [Zümer 18]

(Vellezine-h-tedev zadehüm hüda = Hidayete erenlerin [Doğru yola girenlerin] Allah hidayetlerini artırır.) [Muhammed 17]

(Ve men yü’min billahi yehdi kalbehü = Kim Allah'a inanırsa, Allah onun kalbini hidayete [doğruluğa] ulaştırır.) [Tegabün 11]

(Ve yezidullahüllezine-h-tedev hüda = Allah, hidayete [imana] kavuşanların hidayetini artırır.) [Meryem 76]

(Vallahü yehdi men yeşâü ila sıratım müstekîm = Allah dilediğini doğru yola hidayet eder [eriştirir.]) [Bekara 213]

(Seyehdihim = Onları hidayete erdirir [doğru yola kavuşturur.]) [Muhammed 5]

(Hedena li heda ve ma künna li nehtedi = Eğer Allah bize hidayet vermeseydi kendiliğimizden hidayete kavuşamazdık.) [Araf 43]

(Ülaikellezine-ş-terev-üd-dalate bil hüda = Onlar doğruluk yerine sapıklığı satın alanlardır.) [Bekara 175]

(İnneke la tehdî men ahbebte velakinnallahe yehdî men yeşâü = Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin [Müslüman yapamazsın], Allah ise, dilediğine hidayet verir.) [Kasas 56]

(Vallahü la yehdil kavmezzalimin = Allah zalimleri hidayete kavuşturmaz.) [Tevbe 9]

(Leyse aleyke hüdahüm = Onları hidayete erdirmek senin vazifen değildir.) [Bekara 272]

Hidayetle ilgili birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayete [doğru yola] kavuşursunuz.) [Darimi, Beyheki, İbni Adiy, Münavi]

(Rabbim vahyetti ki: Ey Resulüm, Eshabın gökteki yıldızlar gibidir. Bazısı daha parlaktır. Onlardan birine uyan hidayet üzeredir.) [Deylemi]

(Birinin hidayetine [imana gelmesine] sebep olan Cennete girer.) [Buhari]

(Hidayete kavuşturmak, dalaletten uzaklaştırmak için çalışan salih âlimlerin sohbetinde bulunun.) [İ. Maverdi]

Hidayet ne demektir?
Sual: 14 asırdır gelen İslam âlimleri, hidayet kelimesini doğru yol olarak tercüme etmişlerdir. Hâlbuki hidayet, dünyada Allah’a ulaşmak demektir. Öyle değil mi?
CEVAP
Asla öyle değil. Burada bütün İslâm âlimleri suçlanmakta, hâşâ hidayet kelimesine yanlış mana vermekle suçlanmaktadır. Halbuki Allahü teâlâ, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruyor. Peygamber efendimiz, (Âlimler, benim ve diğer Peygamberlerin vârisleridir) buyuruyor.

Bugüne kadar, hiçbir İslam âlimi, hidayeti Allah’a ulaşmak olarak bildirmemiştir. Dört mezhebin kurucusu (İmam-ı a'zam, imam-ı Malik, imam-ı Şafii, imam-ı Ahmed) gibi büyük âlimler, mezhepteki büyük âlimler, mesela imam-ı Gazali, imam-ı Rabbani, imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed, imam-ı Nevevi gibi âlimler, Seyyid Abdülkadir-i Geylani, Cüneyd-i Bağdadi gibi yüzlerce kerameti görülen velilerden hangisi, hidayet kelimesi Allah'a ulaşmaktır demiştir? Hangi müfessir tefsirinde hidayeti Allah'a dünyada ulaşmak diye bildirmiştir? Binlerce âlimden biri gösterilemez.

İslam âlimlerine düşmanlığın sebebi nedir? Sebebi hidayeti İslamiyet olarak bildirmeleri ve dinin emir ve yasaklarını aynen Resulullah efendimizin bildirdiği gibi açıklamaları değil mi? Niye İslam âlimleri ölçü alınmıyor da, sapık kimseler ölçü alınıyor?

Bugüne kadar İslam dini eksik mi geldi? Bazı sapıklar, hocamız gelene kadar İslamiyet eksikti o tamamladı diyorlar. 1400 yıldır İslamiyet eksik mi geldi? Hâşâ Allahü teâlâ mı eksik bildirdi? Hâşâ, Peygamber efendimiz mi eksik bildirdi, eksik mi açıkladı?

Hidayet yol demek değildir. Yani sebil ve sırat demek değildir. Köprü falan değildir. Hidayet = İslamiyet demektir. İslamiyet ise Allahü teâlânın gösterdiği doğru yol demektir. Onun için hidayete doğru yol deniyor. Zıddı da, dalalettir, sapıklıktır.

Hidayet; Hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak görüp doğru yola girmek, dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak, iman etmek, Müslüman olmak demektir.

Hidayet, Allah’ın istediği dindir, Allah’ın istediği yoldur. Yol kelimesi bunu güzel açıkladığı için bütün İslam âlimleri yol olarak bildirmişlerdir. Piyasadaki yanlış doğru bütün mealler hidayete, doğru yol anlamını vermişlerdir. Yani İslamiyet demişlerdir. Ulaşmak diye bir ucube meydana getirmemişlerdir.

Hidayet İslamiyet’e girme, İslamiyet’i kabul etmek demektir. İslamiyet ise doğru yoldur. O halde hidayet doğru yol demektir. İki âyet-i kerime meali:
(Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Allahü teâlâ dilediğine hidayet verir.) [Kasas 56]

(Allah, kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslamiyet için genişletir.) [Enam 125]

İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ, beni âlemlere rahmet ve hidayet için gönderdi.) [Ebu Nuaym]

(Hidayet benim elimde değildir. Şeytan da Allahü teâlânın yasak kıldığı şeyleri süslü, cazip gösterir. Saptırmak da onun elinde değildir.) [İ.Adiy]

İmanın şartı yedi değildir
Sual: (Ruhun Allah'a ulaştırılmasına inanmak imandır. İmanın şartı 7 dir. Şer Allah’tan değil, nefstendir) demek doğru mudur?
CEVAP
Şer nefisten demek, Allahü teâlânın yaratıcılık sıfatına ortak olanlar var demektir. Allahü teâlâ, günahlarımız sebebiyle bize bela gönderiyor, belayı biz yaratmıyoruz, biz cezaya layık oluyoruz, Allahü teâlâ da ceza veriyor. Allah kullarına zulmetmez.

Allahü teâlâ şöyle buyuruyor:
(Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah'tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. Küllün min indillah [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]

Sual: İman hadisinin Arapça’sının sonunda Allah'a ölmeden önce ulaşmak ifadesi yok mu? Türkçe’ye çevirenler bunu ilave etmemiş mi?
CEVAP
Yalanın böylesi de hiç görülmemiştir. Ölmeden önce Allah’a ulaşılmaz.
İman hadisinin Arapça’sı şöyledir:
(Amentü billahi ve Melaiketihi ve Kütübihi ve Rüsülihi vel Yevmil-ahiri ve bil Kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel-basü badelmevti hakkun. Eşhedü en La ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulühü) [Buhari, Müslim, Nesai]

Şerrihi minallahi teâlâ = Şer de Allah’tandır deniyor. Bu meşhur hadis nasıl inkâr edilir ki?

Türkçesi de şu:
(Ben Allah’a ve meleklere ve kitaplara ve peygamberlere ve ahiret gününe, [yani Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana] ve kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna ve ölüme, öldükten sonra dirilmeye iman ettim. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim.) [Buhari, Müslim, Nesai]

Sual: Yunus 7-8 de, Eğer kişi Allah'a ulaşmayı dilemezse ateşe gider denmiyor mu?
CEVAP
Tefsir âlimleri Allah’a kavuşmanın ne demek olduğunu şöyle açıklıyorlar:
([Dirilmeyi inkâr edip, hesap için] Bize kavuşmayı ummayanlar, [ahiretten gafil olduklarından dolayı] dünya hayatına razı olup [dünyayı ahirete tercih ederek] bununla rahatlayanlar ve âyetlerimizden [Yaratanın varlığını gösteren delillerden] gafil olanlar, işledikleri [günahlar] yüzünden Cehenneme gideceklerdir.) [Yunus 7-8] (Öldükten sonra Allah’a kavuşmayı inkâr, dirilmeyi inkârdır. Ölmeden önce Allah’a kavuşulmaz.)

Sual: Nisa 79 da hayır Allah'tan, şer nefsinizdendir buyuruluyor mu?
CEVAP
Hâşâ nefsimiz yaratıcı değildir, şerri de yaratamaz, hayrı da. Her şeyin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62]

(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]

(Rabbin, kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68]

Kul belayı hak ederse, Allahü teâlâ da ona bela gönderir. İşte bir âyet meali:
(Başınıza gelen bir bela, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. [Bununla beraber] Allah çoğunu affeder.) [Şura 30]
(Demek ki bela, günahlarımız yüzünden gönderiliyor. Ama gönderen yine Allah’tır. Âyetin devamında, Allah çoğunu affeder deniyor. Demek ki belayı gönderen Odur, çoğunu da affediyor.)

(Sana gelen her iyilik, Allah’ın [bir ihsanı olarak] gelmekte, her kötülük de [günahlarına karşılık olarak] kendinden gelmektedir.) [Nisa 79]
(Bundan önceki âyette, Şerri de Allah yaratır buyuruluyor. Bu âyette ise, günahlarınız yüzünden kötülük geliyor buyuruluyor. Ama gönderen, kötülüğü yaratan yine Allahü teâlâdır.)

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan mümin değildir.) [Tirmizi]

Allah’a kavuşmayı inkâr
Sual: Kur’anda (Allah’a kavuşmayı inkâr eden kâfir olur) deniyor. Allah’a kavuşmak nedir? İmanın şartı 7’dir diyenler, (Allah’a dünyada kavuşmayı kabul etmeyen kâfirdir) diyorlar. Bu ne demektir?
CEVAP
Din yeni gelmedi. Dinde bilinmeyen bir husus yoktur. Dinin sahibi var, Peygamberi var. Onların emir ve yasakları var. Allah Resulünü devreden çıkarmak, Onun bildirdiklerine inanmamak, açıklamalarını beğenmemek dinsizliktir.

Allah’a kavuşmanın ne demek olduğunu, Resulullah ve Onun vârisleri şöyle açıklıyor:

Allah’a kavuşmayı inkâr etmek, dirilmeyi inkârdır, Cenneti, Cehennemi, yani ahireti inkârdır. Allah’ın manevi huzuruna çıkmayı inkârdır.

Likaullah yani Allah kavuşmakla ilgili bazı âyet mealleri şöyledir:
(Köşeli parantez içindeki açıklamalar Beydavi, Celaleyn, Medarik, Kurtubi gibi muteber eserlerden alınmıştır.)

(Allah’a [Rahmetini umup azabından korkarak, Onun rızasına] kavuşmak isteyen, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit [ahiret] elbette gelecektir.) [Ankebut 5] (Kavuşma günü ahirettir.)

(Ey insan, sen Rabbine çalışıp çabalarsın, sonunda [ahirette] Ona kavuşacaksın.) [İnşikak 6] (Hayır ve şer ne yaptıysan kıyamette onların karşılığına kavuşacaksın [Beydavi])

(Denilir ki: Bu güne [kıyamet gününe] kavuşacağınızı unuttuğunuz [inkâr ettiğiniz] gibi, biz de bugün [Kıyamet günü] sizi unuturuz [Cezalandırırız]. Yeriniz ateştir, yardımcılarınız da yoktur. [Sizi Cehennem azabından hiç kimse kurtaramaz]) [Casiye 34]

(Bu güne kavuşmayı unutmanızın [inanmayışınızın] cezasını şimdi görün. İşte biz de sizi unuttuk [Azaba maruz bıraktık], yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın!) [Secde 14] (Ahiret gününe kavuşmayı inkârın, dirilmeyi inkâr olduğu bildiriliyor.)

(Allah'a kavuşmayı [dirilmeyi] yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. Kıyamet günü ansızın gelince onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak, "Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize" derler. Bakın yüklendikleri günah ne kötüdür.) [Enam 31]

(“[Ölüp] toprakta kaybolduğumuz zaman, gerçekten biz yeniden yaratılacak mıyız” derler. Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı [dirilmeyi] inkâr ediyorlar.) [Secde 10] (Allah’a kavuşmayı inkârın, dirilmeyi inkâr olduğu bildiriliyor.)

(Sabır ve namazla Allah’a sığınıp yardım isteyin; Rablerine kavuşacaklarına, Ona döneceklerine inanan ve Allah’tan korkanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir.) [Bekara 45,46] (Allah’tan geldik, Ona döneceğiz âyetinde olduğu gibi, burada da Ona dönmekten kasıt dirilmektir, Ona kavuşmak da manevi huzuruna çıkmaktır.)

(İstikbal [ahiret] için hazırlıklı olun, Allah'tan sakının. Ona, hiç şüphesiz kavuşacağınızı [dirilerek manevi huzuruna çıkacağınızı] bilin, bunu inananlara müjdele.) [Bekara 223]

(Allah’a [Onun rahmetine, yardımına] kavuşacağını bilenler ise: “Nice az topluluk çok topluluğa Allah’ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir” dediler.) [Bekara 249]

[Dirilmeyi inkâr edip, hesap için] Bize kavuşmayı ummayanlar, [ahiretten gafil olduklarından dolayı] dünya hayatına razı olup [dünyayı ahirete tercih ederek] bununla rahatlayanlar ve âyetlerimizden [Yaratanın varlığını gösteren delillerden] gafil olanlar, işledikleri [günahlar] yüzünden Cehenneme gideceklerdir.) [Yunus 7,8]

(Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize kavuşmayı ummayanları [ahireti, dirilmeyi inkâr edenleri] biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.) [Yunus 11] (Ayrıca, bu âyette hayrın ve şerrin Allah’tan olduğu bildiriliyor.)

(Allah, bütün işleri idare eder, âyetleri tafsilatlı olarak beyan eder, tâ ki Rabbinize kavuşacağınızı kesin olarak bilesiniz.) [Rad 2] (Öldükten sonra dirilmek ve ahiret hayatı var.)

(Allah’ın âyetlerini ve Ona kavuşmayı inkâr edenler, rahmetimden ümitlerini kesenlerdir. Onlar için acıklı azap vardır.) [Ankebut 23]

(Kendi kendilerine, Allah’ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve belli bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr ediyorlar.) [Rum 8] (Ölümden sonra dirilmeyi inkâr edenler var deniliyor.)

(Elbette onlar [kâfirler] Rablerine kavuşma [öldükten sonra dirilme] konusunda şüphe içindedirler.) [Fussilet 54] (Burada da Allah’a kavuşmak dirilmek demektir.)

(Allah onları toplayacağı günde, sanki onlar dünyada gündüz bir parça kalmışlar da aralarında tanışıyorlarmış gibi olacak. Allah'ın huzuruna çıkacaklarını inkâr edip de, hidayete kavuşmayanlar, elbette en büyük ziyana uğramış olacaklardır.) [Yunus 45]

(Rabbine [Ahirette Onun rızasına] kavuşmayı arzu eden kimse, salih amel işlesin ve Rabbine kullukta hiçbir şeyi ortak koşmasın.) [Kehf 110]

Şimdi de Allah’a kavuşmak hususunda Resulullah efendimizin açıklamalarına bakalım:
(Hastalıktan dolayı sızlayan mümine hayret ederim. Eğer hastalıktaki mükâfatı bilseydi, ölüp, Allah’a kavuşuncaya kadar hasta kalmak isterdi.) [Taberani]

(Allahü teâlâya ihlâsla ibadet eden ve şirk koşmadan Ona mülaki olana [kavuşana] Cennet vacib olur. Allah’a şirk koşarak mülaki olana da Cehennem vacib olur.) [Hâkim] (Demek ki kâfir olan da Allah’a kavuşuyor, yani diriliyor.)

(Müslümanın her iyiliği için, on katından yedi yüz katına kadar sevap yazılır. Her günahı için ise bir misli yazılır. Allah’a kavuşuncaya [kıyamete] kadar böyle devam eder.) [Müslim]

(Bir tüccar, alacaklarını tahsil eden adamına, “Borcunu veremeyecek fakirden alma, onu hoş gör” derdi. Allah’a kavuşunca [ahirette], Allah da onu hoş görüp, affetti.) [Buhari]

(Mümin için, Allah’a kavuşmadan [ölmeden], rahat yoktur.) [Müslim]

(Bir Müslüman, “Sübhanallahi ve bihamdihi ve estağfirullah ve etübü ileyh” derse, bu söz arşa asılır ve o kimse Allah’a kavuşuncaya [ahirete] kadar sahibinin işlediği hiçbir günah onu silmez ve o, söylediği gibi mühürlü olarak kalır.) [Taberani]

(Bela müminin bedeninde, malında ve evladında devam eder. Tâ ki üzerinde hiç bir günah kalmadan Allah’a kavuşuncaya [ahirete] kadar.) [Hâkim]

(En çok gıpta edilen mümin, yükü hafif olan, namazını doğru kılan, Allah’a kavuşuncaya [ahirete] kadar kendisine yetecek az rızka sabreden, kulluk vazifesini güzel bir şekilde yerine getiren, halk arasında fazla tanınmayan, musibeti dünyada iken verilen, mirası ve ardından ağlayanı az olan kimsedir.) [Tirmizi, İbni Mace]

(Allah’ım, sana kavuşana [ahirete] kadar dünyadan ihtiyaç bağlarımı kopar.) [Ebu Nuaym]

(Hiç kimsenin bende bir hakkı olmadığı halde Rabbime kavuşmak isterim.) [Ebu Davud]

(Allahü teâlâ, kıyamette Müslümanlara, “Bana kavuşmayı arzu eder miydiniz?” buyurur. Onlar “Evet” derler. Allahü teâlâ, “Niçin” diye sorar. Onlar, “Affını umardık” derler. Allahü teâlâ, “Ben de sizi affettim” buyurur.) [İ. Ahmed]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Oruçlunun iki sevinci vardır. Biri iftar zamanı, diğeri orucu ile bana kavuştuğu zaman.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]

(Her gün bir öncekinden kötü olur. Rabbinize kavuşana [kıyamete] kadar böyle devam eder.) [Buhari]

(Allahü teâlâ buyurdu: Bana kavuşmak isteyen kuluma ben de kavuşmak isterim. Bana kavuşmaktan hoşlanmayandan ben de hoşlanmam.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Darimi]

Âişe validemiz bildirir:
Resulullah, “Kim Allah’a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister. Kim Allah’a kavuşmak istemezse, Allah da ona kavuşmak istemez” buyurdu. [Âişe validemiz, Allah’a ancak ölmekle kavuşulacağını bildiği için] Ya Resulallah, ölümü sevmediği için mi kavuşmak istemez? Eğer öyle ise hepimiz ölümü sevmeyiz, dedim. Resulullah buyurdu ki:
(Hayır, öyle değil. Mümine Allah’ın rahmeti, rızası ve Cenneti müjdelendiği zaman Allahü teâlâya kavuşmak ister [ölüm ona kötü gelmez]; işte o zaman Allah da ona kavuşmak ister. Kâfire Allah’ın azabı, gazabı haber verildiği zaman Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz; Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, İbni Mace]

Bu hadis-i şeriflerin hepsi de, Allah’a kavuşmanın, dirildikten sonra Allah’ın manevi huzuruna çıkmak olduğunu bildirmektedir. Tek istisnası yoktur.

Meşhur Cibril hadisi de, imanın İslam’ın şartlarını açıklayıp, şerrin de Allah’tan olduğunu bildiriyor:

Hazret-i Ömer anlatır:
Bir gün, Resulullahın yanında oturuyorduk. Tanımadığımız bir adam gelip sordu:
- İslam ne demektir ya Resulallah?
- Kelime-i şehadet söylemek, her gün beş kere namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, zekât vermek ve gücü yeterse Hacca gitmek.

- Doğru söyledin. İman ne demektir? [Biz bu kimsenin hem sorup hem de doğru diye tasdik etmesine hayret ettik.]
- İman, Allah’a ve Meleklere ve Kitaplara ve Peygamberlere ve kıyamet gününe ve hayrın şerrin, Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmaktır.

- Doğru söyledin. İhsan ne demektir?
- Allahü teâlâya, Onu görür gibi ibadet etmendir. Sen Onu görmüyor isen de, O seni hep görmektedir.

- Kıyamet günü ne zaman olacaktır?
- Bunu, kendisinden sorulan, sorandan daha iyi bilmez.

Kıyametin alametlerini sordu. Resulullah da bildirdi. O kimse gittikten sonra, Resulullah bize dönerek, (Bunları sorup giden, Cebrail aleyhisselam idi. Size dininizi bildirmek için gelmişti) buyurdu. (Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi)

İnanmak ihtiyaç mı?

Sual: İnsanlar niçin Allah’a inanmak ihtiyacı duyarlar?
CEVAP
Bazı felsefeciler (İnsanda tapma ihtiyacı vardır. Bunun için de, ateşe, güneşe, puta tapanlar olmuştur) diyorlar. İşin aslı ise şöyle:
Allahü teâlâ, insana, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırması için akıl vermiştir. Akıl, bir şeyin kendiliğinden olduğunu kabul etmez. Her şeyi bir sebebe bağlar. İnsanın ve insandaki organların ve tabiattaki düzenin yerli yerince yaratılmasını tesadüf olarak kabul edemez. Bunun gibi tabiatta bulunan canlı cansız her şeyin, bir yaratıcı tarafından yaratıldığını ister istemez kabul eder.

İnsanın kendi başına Allah’ı tanıması zor, hatta imkânsızdır. Tarih boyunca, Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan, insan; kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı ile anladı. Fakat Ona giden yolu bulamadı.

İnsanlar, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sanıp, ona tapmaya başladılar. Sonra büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni olay karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet’in başında Kâbe’de 360 put vardı.

Kısacası insan; Bir, ezeli ve ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı! Çünkü rehbersiz karanlıkta doğru yol bulunamaz.

Kur’an-ı kerimde, (Biz, peygamber göndermeden önce azap yapıcı değiliz) buyuruldu.(İsra 15)

Allahü teâlâ; kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek, kendi birliğini onlara tanıtmak ve iyi işleri kötü, zararlı işlerden ayırmak için, dünyaya peygamberler gönderdi. Peygamberler en büyük rehberlerdir. Ruh-ul beyan’da, Zümer suresinin, (Allah’tan başkasını dost edinenler, “Biz bunlara bizi Allah’a yaklaştırmaları için, bize şefaat etmeleri için tapınıyoruz” derler) mealindeki 3. âyetinin tefsirinde deniyor ki:

(İnsan, kendisinin ve her şeyin yaratıcısını tanımaya elverişli olarak, yaratılmıştır. Yaratıcısına ibadet etmek ve Ona yaklaşmak arzusu, her insanda vardır. Fakat böyle elverişli olmanın ve bu isteğin kıymeti yoktur. Çünkü, nefs, şeytan ve kötü arkadaş, insanı aldatarak [yaratana ve kıyamete inanmayan birer dinsiz veya] müşrik yaparlar. Müşrik, Allahü teâlâya yaklaşamaz. Onu tanıyamaz. Şirkten uzaklaşıp, tevhide sarılarak hasıl olan tanımak, kıymetlidir. Bunun alameti, peygamberlere ve kitaplarına inanmak ve bunlara uymaktır. İnsan, Allahü teâlâya ancak böyle yaklaşabilir.)

Zâriyat suresinin, (İnsanları ve cinni, bana ibadet etmeleri için yarattım) mealindeki 56. âyet-i kerimesindeki (ibadet etmeleri için) ifadesi, (beni tanımaları için) demektir. Yani, Allahü teâlâyı tanımak, inanmak için yaratıldık. Hadis-i kudside, (Tanınmak için her şeyi yarattım) buyurması, (Onların beni tanımakla şereflenmesi için) demektir.

Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini soran bedeviye, (İlmin başını öğrendin mi?) diye sordu. O da, (İlmin başı ne ki?) dedi. Bedeviye, (İlmin başı, Allah’ı tanımaktır. Bu da Onun; misli, benzeri, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vâhid, evvel, ahir, zâhir ve bâtın olduğunu bilmektir) buyurdu.

Huzura kavuşmak için
Yalnız maddiyata inanan kimselerin çok defa dertlerine çare bulamadıklarını, intihara kadar gittiklerini görüyor ve okuyoruz. Yalnız maddeye inanan kimseler, çok kereler dertlerine çare bulamayıp, ümitsizliğe kapılmaktadır. Bu, onların ruhlarının boş kalmasından ileri gelmektedir. İnsanın ruhu da, bedeni gibi gıdaya muhtaçtır. Bu da, ancak iman etmekle mümkündür ve Allahü teâlânın yolunu ancak din gösterir. Allahü teâlâyı inkâr edenler bile, muhakkak bir gün bu ihtiyacı duyarlar.

Ünlü Rus yazarı Soljenitsin, Amerika’ya yerleştiği zaman, kendisinin büyük sıkıntılardan, ruhi bunalımlardan kurtulacağını zannetmişti. Bir gün bir üniversitede Amerika gençlerini başına toplayarak onlara şöyle hitap etmişti:

(Ben buraya gelince, çok bahtiyar olacağımı sanmıştım. Ne yazık ki, burada da büyük bir boşluk hissediyorum. Çünkü siz, artık maddenin esiri olmuşsunuz. Evet, burada hürriyet var, herkes istediğini yapıyor; fakat ancak maddeye önem veriyor. Ruhları bomboş. Hâlbuki insanı hakiki insan yapan, onun tekâmül etmiş [gelişmiş], temizlenmiş ruhudur. Size tavsiyem şudur: Ruhunuzu geliştirmeye, güzelleştirmeye bakın! Ancak o zaman, ülkenizde bulunan ve sizi de üzen çirkinlikler yok olmaya başlar. Dine önem verin! Din, insan ruhunun gıdasıdır. Dinine bağlı insanlar, her işte sizin en büyük yardımcınız olacaktır; çünkü onları Allah korkusu doğru yoldan ayırmaz. Sizin en büyük güvenlik teşkilatınız bile, herkesi gece gündüz kontrol edemez. İnsanları kötülükten alıkoyan polis gibi, onların duyduğu Allah korkusudur.)

Asiri dincilik

Aşırı dincilik

Sual: Dinimi doğru olarak öğrendikten sonra, elimden geldiğince uygulamaya başladım. Beni tanıyan ateist birisi bunu duymuş. (Senin aşırı dinci olduğunu duydum. Namaz kılıyor, oruç tutuyormuşsun. Bir de tesettüre riayet ediyormuşsun. Böyle yapmakla daha iyi Müslüman mı olduğunu sanıyorsun? Kafanın ve kalbin temiz olması yeter. Kalbin temiz olunca namaz kılmamışsın, içki içmişsin, çıplak gezmişsin, bunun önemi olmaz) diye bana bir mail göndermiş. Ne yazmamı tavsiye edersiniz?
CEVAP
Hiç cevap vermemenizi tavsiye ederiz; çünkü (Ahmağa verilecek en güzel cevap susmaktır) buyuruluyor. Her eserin bir sahibi vardır. Ayın, güneşin, yıldızların, gezegenlerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların kendi kendine tesadüfen olduğunu söylemek kadar büyük ahmaklık olur mu?

Doğruyu, iyiyi, güzeli, ateiste söylesek, faydası olur mu? Kesinlikle olmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde, onların hakkı işitemeyecekleri, doğruyu göremeyecekleri, gerçekleri söyleyemeyecekleri açıkça bildiriliyor. Bir âyet-i kerime meali:
(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler.) [Bakara 171]

Yani hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kördürler. (Beydavi)

Dinci, din ticareti yapan, din alıp din satan kimseye denir. Dinin emrine uyana ise, Müslüman denir. Namaz kılan, kapanan kimse Müslüman’dır, dinci değildir. Ateistler, Müslümanlara Müslüman diye değil, dinci yaftası takarak hakaret ederler. Onlara dinci ne diye sorulsa, Müslümanı tarif ederler. Yani namaz kılar, oruç tutar, içki içmez derler. Dinci Müslüman olduğuna göre, ateist, niye açıkça, Müslümanlık kötüdür demiyor da, dincilik kötü diye saldırıyor? Eğer ona göre dinci, dinin emirlerine uyup yasaklarından kaçan kimse ise, aşırı dinci diye niye hücum ediyor? Aşırı dinci, dinin emrine daha iyi sarılan kimse olur. Din iyi ise dincilik iyidir, aşırısı daha iyidir. Din kötü ise, dincilik de kötüdür, aşırısı daha kötü olur. Demek ki Müslümanlığı kötülemek için, aşırı dinci tabiri kullanılıyor. Onların kafasındaki Müslüman, dinin hiçbir emrine uymayan, yasak ettiği hiçbir şeyden kaçmayan kimsedir.

Kalbin nasıl temiz olacağını her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ ve onun Resulü [elçisi] bildiriyor. Onların bildirdiklerine uygun yaşayanın kalbi temiz, onların emirlerine uymayanın kalbi pistir. Günah işlemek, kalbin bozuk olmasının alametidir. Namaz kılmamak veya açık gezmek gibi günah işleyenlerin, (Sen, kalbe bak, kalbim temizdir) demeleri çok yanlıştır. Allahü teâlânın Resulü buyuruyor ki:

(Günah işleyenin kalbinde siyah bir nokta oluşur. Tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür kalbi kaplar, kalb, kapkara [kirli, pis] olur.) [Haraiti]

(Günaha devam edenin kalbi mühürlenir. O, artık sevab işleyemez olur.) [Bezzar]

(Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur.) [Beyheki]

Burada bildirilen kalb, Müslüman olduğu halde, günahlardan kaçmayan kimsenin kalbidir. Bir hadis-i şerif meali:
(Müminin kalbi temiz, kâfirin kalbi simsiyahtır.) [Taberani]

Elbette müminim

Sual: Tam İlmihal’de, son nefesteki imanı söylerken de (Elbette müminim) demeli deniyor. Bunun doğru olduğunda şüphe etmiyoruz; ancak buradaki inceliği anlayamadık, gaybdan haber vermek gibi anlaşılıyor. Son nefesi kast ederek elbette müminim demenin açıklaması nasıldır?
CEVAP
Tam İlmihal’de, İmam-ı Rabbani hazretlerinden şöyle naklediliyor:
Mümin misin diye sorulunca, İmam-ı a'zam Ebu Hanife, (Ben hak olarak, yani elbette müminim demelidir) diyor. İmam-ı Şafii ise, (İnşallah müminim demeli) diyor. Bu ikisi arasındaki fark, yalnız sözdedir. Çünkü şimdiki iman söylenirken, elbette müminim, demeli, son nefesindeki iman söylenirken, inşallah, o zaman da müminim demelidir. Fakat inşallah diyerek şarta bağlamaktansa, her zaman, elbette demek, daha ihtiyatlı ve daha uygundur. (1/266, 2/67, 3/17)

Şafiiler son nefesi kast ederek, (İnşallah mümin olarak öleceğim) demek istiyorlar. Elbette insan son nefesini bilemez. Çünkü imanlı yaşar kâfir olarak ölebilir, kâfir olarak yaşar sonunda iman eder, mümin olarak ölebilir.

Biz Hanefiler de, (Bu imanımı muhafaza edebilirsem, elbette mümin olarak ölürüm) diyoruz. (Elbette imanlı öleceğim) demiyoruz, (Bu imanım devam ederse elbette imanlı ölürüm) diyoruz. Burada, son nefese kadar imanımızdan şüphe etmiyoruz diyoruz, elbette imanlı öleceğiz demiyoruz.

Sual: Şafiiler, elbette müminim demiyorlar da, niçin inşallah müminim diyorlar? İnşallah ne demektir?
CEVAP
İnşallah, Allah izin verirse, Allah nasip ederse manasına, bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine havale etmek için söylenen sözdür.

İmam-ı Gazali hazretleri, Şafiilerin niye inşallah dediklerini açıklarken buyuruyor ki:

Şu dört husustan dolayı Şafiiler inşallah diyorlar:

1- Ben elbette müminim, ben elbette âlimim demek kendini övmek sayılmasından korkarak inşallah demişlerdir. Çünkü hikmet ehli bir zata sormuşlar, doğru olduğu halde, çirkin olan şey nedir diye, o da, (Doğru olarak da, kişinin kendisini övmesi çirkindir) buyurmuştur.

Bir kimseye doktor musun, âlim misin diye sorulunca, doktorluğu kesin olduğu halde, sırf övünmemek için, inşallah doktorum demesi yanlış olmaz.

Bir âyet-i kerime meali:
(Kendinizi tezkiye etmeyin, temize çıkarmayın, övünmeyin.) [Necm 32]

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Âlimim diyen cahildir.) [Taberani] (Âlim övünmez, övünen, gerçek âlim olamaz.)

2- Her zaman Allah’ın adını anmak için inşallah denir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bir işi inşallah demeden yarın yapacağım deme.) [Kehf 23, 24]

Sadece şüpheli şeylerde değil, kesin olan şeylerde de inşallah denir. Bir âyet-i kerime meali:
(İnşallah Mescid-i harama gireceksiniz.) [Fetih 27]

Bunu bizzat Allahü teâlâ bildiriyor. Siz Mekke’yi fethedeceksiniz buyuruyor. İnşallah demeyi öğretmek için böyle bildiriyor. Peygamber efendimiz de, ölmek kesin olduğu halde, inşallah öleceğiz diyor. Mezarlığa uğrayınca buyuruyor ki:
(Esselamü aleyküm, ey müminler diyarı, inşallah biz de sizlere ulaşacağız.) [Müslim]

3- Hakiki imana kavuşmuş, kâmil iman sahibine de, imanı zayıf olana da mümin denir. Kâmil mümin anlamında inşallah müminim diyorlar. Burada inşallah demeleri ben mümin değilim demek değildir. Kâmil mümin, gerçek mümin olurum inşallah anlamındadır. Bir âyet-i kerime meali:
(İşte bunlar, gerçek müminlerdir.) [Enfal 4]

Bir kimse kendisinin kâmil mümin olup olmadığında şüphe etmesi yanlış değildir. Bu anlamda (İnşallah müminim) demek caiz olur. Burada mümin olmaktan şüphe edilmiyor, kâmil mümin olmaktan şüphe ediliyor. İman, ibadetle kâmil hâle gelir. Ancak ibadetlerimizin kâmil olduğunu bilemeyiz. İnşallah kâmil iman sahibiyim anlamında, (inşallah müminim) demek caiz olur.

4- Son nefeste imansız ölmekten korkulur. Hiç kimse garanti imanlı öleceğini bilemez. Eğer imansız ölürse bütün iyi amelleri yok olur. Amellerin kabul olması son nefeste imanlı ölmeye bağlıdır. Oruçlu kimseye kuşluk vakti oruçlu musun diye sorulsa, (Elbette oruçluyum) der. Ancak akşamdan önce orucu bozulursa, oruçluyum demesinin hükmü kalmaz ve yalancı sayılır. Orucun sahih olması için akşam ezanına kadar orucun bozulmaması şarttır. İmanın sahih olması için de son nefeste de imanlı olmak şarttır. Bir kimse, imanlı yaşar kâfir olarak ölebilir, kâfir olarak yaşar sonunda iman eder, mümin olarak ölebilir. Artık kâfir olarak yaşamasının hiç kıymeti kalmadığı gibi, imansız ölenin de mümin olarak yaşamasının hiç kıymeti olmaz. Ebüdderda hazretleri, (İmansız ölmekten korkmayan imansız ölür) buyuruyor. Bir âyet-i kerime meali:
(İşlerin akıbeti, sonucu Allah'a aittir.) [Hac 41]

İman, sahibini Cennete koyar. Oruç, Allah’ın hakkını öder. Akşama kadar devam etmeyip bozulan oruç, oruç sayılmayacağı, borcu ödeyemeyeceği gibi, son nefese kadar, devam etmeyen iman da, sahibini Cennete koyamaz. Bu, artık iman sayılmaz. İşte bu sebeplerden dolayı inşallah müminim demişlerdir. Son nefeste de imanla ölürüm inşallah anlamındadır. (İhya)

[Yukarıda, İmam-ı Gazali hazretlerinin bildirdikleri Şafii mezhebine göredir. Biz Hanefiler, (Elbette müminim) demeliyiz.]

İslamiyet’ten haberi olmayanlar

Sual: Dağda, çölde, mağarada, ormanda veya ıssız bir adada kalıp din, peygamber diye bir şey işitmemiş kimse, akılla Allah’ın varlığını bulursa veya bulamazsa, hükmü nedir?
CEVAP
Denilen yerlerin birinde yaşayıp da, dinden haberi olmayanlar, imanlı olmadıkları için Cennete girmezler. Allah’ı, Cenneti, Cehennemi duymadığı ve inkâr etmediği için Cehenneme de girmezler. Dirildikten ve hesaptan sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da yok edilir, bir yerde sonsuz kalmazlar. (Mektubat-ı Rabbanî, Feraid-ül fevaid)

Dağda, çölde yaşayıp da Peygamberleri işitmemiş olana Şahik-ul-cebel denir. Bunlar mazurdur. Peygamberlere inanmaları emredilmedi. (İsbat-ün-nübüvve)

Akılla, Allah’ın varlığını, birliğini anlayıp iman eden kimseler, Peygamberleri hiç işitmemişse, onlara iman etmeleri emredilmediği için Cennete giderler. (H.L.O. İman)

Buhara âlimleri, İmam-ı Eşari’nin bildirdiği gibi, (Peygamber gönderilmeden, tebliğ yapılmadan önce teklif yapılmaz) dediler. Tercih edilen kavil de budur. Bu âlimler, (Yerleri ve gökleri ve kendini gören, aklı başında bir kimsenin Allahü teâlânın varlığını anlamaması özür olmaz) sözünden maksat, Peygamberlerin sözlerini işittikten sonra, anlamaması özür olmaz demektir, dediler. (Redd-ül-muhtar)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Akılla Allahü teâlânın varlığını, birliğini bilmek gerektiğini söyleyen âlimler olmuştur. Allahü teâlâ, aklı, hakkı batıldan ayırmak için yaratmışsa da, hak yol bildirilmedikçe akıl, bunu yalnız başına bulamaz. Peygamberleri duymamış kimse, ahirette kabahati kadar mahşer yerinde azap görür, herkesin hakkı verildikten sonra, bütün hayvanlar gibi yok edilir. (1/259)

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Biz, bir resul göndermeden [dini tebliğ etmeden] önce azap etmeyiz.) [İsra 15]

Zerre iman ne demek?

Sual: Hiçbir iyilik ve ibadeti olmayan günahlar içinde yüzen bir kimse, ihlâsla kelime-i şehadeti söylese ve o hâl üzere ölse cennete gider mi?
CEVAP
Günahlar içinde yüzüp ibadetten uzak kimsenin imanla ölmesi çok zordur. Ancak imanla ölebilirse, günahlarının cezasını çektikten sonra elbette Cennete gider. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kalbinde zerre kadar imanı olan kişi ateşten çıkar.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]

İbadeti ve iyiliği küçük görmemelidir. Basit sandığımız bir iyilik kurtuluşumuza sebep olabilir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Ömründe hiç hayır yapmayan bir Müslüman, [başka Müslümanların ayağına batmasın diye] bir dikeni yoldan kaldırdı. Onun bu işi, Allah indinde makbul oldu ve Cennete gitti.) [Ebu Davud]

Sual: Zerre imanı olan Cennete mutlaka girecek deniyor. Zerre iman nedir?
CEVAP
Amentü’deki altı esasa inanan, Peygamber efendimiz ne bildirdiyse hepsine inandım, beğendim, hepsini kabul ettim diyen kimse, zerre imana kavuşmuş demektir.

Allah'ın rahmeti geniştir, Muhammedün Resulullah demeye lüzum yok dense, İslamiyet ile alaka kesilir, zerre iman hasıl olmaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Lâ ilahe illallah Muhammedün Resulullah diyerek, kalbinde zerre kadar imanı olan kişi ateşten çıkar.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]

İmanın altı şartına inanılsa, içinden birine, mesela Peygamberlerden birine inanılmasa, hatta bir farzı, bir sünneti beğenmese, o kimse mümin olamaz. Yani imanın altı şartına inanmamış olur.

Zerre imanla ölebilmek için de haramlardan kaçmaya, ibadetleri yapmaya çalışmalıdır. Çünkü işlenen günahlar iman nurunu söndürebilir, yani o insanı küfre sürükleyebilir.

Sual: Kelime-i şehadeti söyleyip imanla ölen herkes mutlaka Cennete girecek midir?
CEVAP
Zerre imana sahip olan elbette girecektir. Ancak, ibadet etmeyen ve günahlardan kaçınmayan imanını muhafaza edemez, küfre düşer. Muhafaza edebilen ise muhakkak Cennete girer.

Hazret-i Muaz anlatır:
Resulallah, (Ya Muaz, Allahü teâlânın, kulları üzerine ve kulların Allahü teâlâ üzerine hakkı nedir) buyurdu. Ben de, (Allah ve Resulü daha iyi bilir) dedim. (Allahü teâlânın kulları üzerine hakkı, Allah’a [Onun bildirdiği gibi inanarak, beğenerek] ibadet etmeleri ve Ona şerik koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerine hakkı da, Ona şerik koşmayanı azap etmemesidir) buyurdu. (Ya Resulallah insanlara bu müjdeyi vereyim mi?) diye sorunca, (Hayır, buna güvenirler de iyi işlerden vazgeçebilirler [diğer emir ve yasaklara riayet etmeyip felakete düşebilirler]) buyurdu. (Buhari, Müslim, Tirmizi)

Resulullah, (Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna ihlasla şehadet eden [bunu muhafaza edip müslüman olarak ölen] herkese, Allahü teâlâ ateşi haram kıldı) buyurunca, (Ya Resulallah bunu insanlara haber vereyim mi?) dedim. (O zaman buna güvenirler de iyi işlerden vazgeçerler) buyurdu. (Buhari, Müslim, Tirmizi)

Hazret-i Muaz, bildiği şeyi gizlemek günahından kurtulmak için bunu vefatından az önce haber verdi.

Sual: Büyük günah işleyen müminler de Cennete girecek midir?
CEVAP
Şefaate kavuşursa hiç Cehenneme girmeden Cennete girecektir. Şefaat büyük günahlar için olacaktır. Zerre imanı olan kıyamette büyük nimete kavuşacaktır. Peygamber efendimiz, yemin ederek şöyle buyuruyor:

(Şunları yeminle söylüyorum:
1- Facir olan [çeşitli günahlar işleyen], maişetini kazanmaktan da ahmak olan mümin Cennete girecektir.
2- Günahları sebebiyle Cehennem ateşi yakmış olan da Cennete girecektir.
3- Kıyamette Allahü teâlâ hiç kimsenin hatırına hayaline gelmeyecek şekilde müminleri affedecektir.
4- Allahü teâlâ, öyle çok mağfiret edecek ki, İblis bile acaba ben de affolacak mıyım diye başını kaldıracaktır.) [Beyheki]

(Şunlar kimde bulunursa Allahü teâlâ, onun vücudunu Cehenneme haram eder, onu şeytandan ve nefsinden korur. Nefsi [günah olan] bir şeye heves ettiği halde nefsine hakim olup, onu yapmayan ve nefsi, [hayırlı bir şeyi, bir ibadeti] yapmak istemediği halde onu yapan, nefsinin şehvet ve gazabına hakim olur. Şunlar da kimde bulunursa, Allahü teâlâ onu rahmetine gark ederek Cennetine koyar: Bir yoksulu barındırmak, zavallı birine acımak, hizmetçiye iyi muamele etmek, ana ve babasına infak etmek.) [Deylemi]

32 ve 54 farz

Sual: 32 farz nelerdir?
CEVAP
Her müslümanın, otuz iki farzı bilmesi lazımdır. 32 farz şunlardır:

İmanın şartı: Altı (6)
İslamın şartı: Beş (5)
Namazın farzı: Oniki (12)
Abdestin farzı: Dört (4)
Guslün farzı: Üç (3)
Teyemmümün farzı: İki (2)
Teyemmümün farzına üç diyenler de vardır. Bu zaman, hepsi 33 farz olur.

İmanın şartları (6)
1- Allahü teâlânın varlığına ve birliğine inanmak.
2- Meleklerine inanmak.
3- Allahü teâlânın indirdiği Kitaplarına inanmak.
4- Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmak.
5- Ahiret gününe inanmak.
6- Kadere, yani hayır ve şerlerin (iyilik ve kötülüklerin) Allahü teâlâdan olduğuna inanmak.

İslamın şartları (5)
7- Kelime-i şehadet getirmek.
8- Her gün beş kere vakti gelince namaz kılmak.
9- Malın zekatını vermek.
10- Ramazan ayında her gün oruç tutmak.
11- Gücü yetenin ömründe bir kere hac etmesidir.

Namazın farzları (12)
A- Dışındaki farzları yedidir. Bunlara şartları da denir.

12- Hadesten taharet.
13- Necasetten taharet.
14- Setr-i avret.
15- İstikbal-i Kıble.
16- Vakit.
17- Niyet.
18- İftitah veya Tahrime tekbiri.

B- İçindeki farzları beştir. Bunlara rükün denir.
19- Kıyam.
20- Kıraat.
21- Rüku.
22- Secde.
23- Ka’de-i ahire.

Abdestin farzları (4)
24- Abdest alırken yüzü yıkamak.
25- Elleri dirsekleri ile birlikte yıkamak.
26- Başın dörtte birini mesh etmek.
27- Ayakları topukları ile birlikte yıkamak.

Guslün farzları (3)
28- Ağzı yıkamak.
29- Burnu yıkamak.
30- Bütün bedeni yıkamak.

Teyemmümün farzları (2)
31- Niyet etmek.
32- İki elin içini temiz toprağa sürüp, yüzün tamamını mesh etmek.
Tekrar elleri temiz toprağa vurup, önce sağ ve sonra sol kolu mesh etmek.
Teyemmümün farzı üçtür diyenlere göre, bu son ikisi, iki ayrı farz olarak söylenir.

Sual: 54 farz hangileridir?
CEVAP
İslam âlimleri, her müslümanın öğrenmesi, inanması ve tâbi olması lazım olan farzlardan elli dört adedini seçmişlerdir. 54 farz şunlardır:

1- Allahü teâlâyı bir bilip, Onu hiç unutmamak. [Yani her şeyi İslamiyet’e uygun yapmaya çalışmak.]

2- Helalinden yiyip içmek.

3- Abdest almak.

4- Her gün vakti gelince, Beş vakit namaz kılmak.

5- Hayzdan, nifastan ve cünüplükten gusletmek.

6- Kişinin rızkına, Allahü teâlânın kefil olduğuna inanmak.

7- Helalinden temiz elbise giymek.

8- Hakka tevekkül ederek çalışmak.

9- Kanaat etmek.

10- Nimetleri için, Allahü teâlâya şükretmek [nimetlerini emrolunan yerlerde kullanmak].

11- Kaza ve kadere razı olmak.

12- Belalara sabretmek [isyan etmemek].

13- Günahlardan tevbe etmek.

14- İhlasla ibadet etmek.

15- İslam düşmanlarını düşman bilmek.

16- Kur'an-ı kerimi dört delilden biri bilmek.

17- Ölüme hazırlanmak yani farzları yapıp haramlardan kaçarak imanla ölmeye çalışmak.

18- Allahü teâlânın sevdiğini sevip, sevmediğini sevmemek ve bundan kaçmak. [Buna Hubb-i fillah ve buğd-i fillah denir.]

19- Ana babaya iyilik etmek.

20- Gücü yetenlerin, imkanı nispetinde dinin emirlerini yaymaya çalışması.

21- Mahrem olan salih akrabayı ziyaret etmek.

22- Emanete hıyanet etmemek.

23- Daima, Allah’tan korkarak, haramlardan sakınmak.

24- Allah’a ve Resulüne itaat etmek. [Yani her şeyi İslamiyet’e uygun yapmak]

25- Günahtan kaçıp, ibadet ile meşgul olmak.

26- Hükümdara karşı gelmemek.

27- Âleme ibretle bakmak.

28- Allahü teâlânın varlığını tefekkür etmek.

29- Dilini haram, fuhuş olan sözlerden korumak.

30- Kalbini dünyanın faydasız şeylerinden, zararlı isteklerinden temizlemek

31- Hiç kimseyi alay etmemek.

32- Harama bakmamak.

33- Hep sözüne sadık olmak.

34- Kulağını fuhuş söz ve çalgıdan korumak.

35- Farzları ve haramları öğrenmek.

36- Tartı, ölçü aletlerini, doğru olarak kullanmak.

37- Allahü teâlânın azabından emin olmayıp daima korkmak.

38- Allahü teâlânın rahmetinden, ümidini kesmemek.

39- Müslüman fakirlerine zekat vermek ve yardım etmek.

40- Nefsin haram olan isteklerine uymamak.

41- Aç olanı Allah rızası için doyurmak.

42- Yetecek kadar rızık [yiyecek, giyecek ve ev] için çalışmak.

43- Malının zekatını, ürünlerinin uşrunu vermek.

44- Âdetli ve lohusa halinde bulunan hanımı ile ilişkide bulunmamak.

45- Kalbini günahlardan temizlemek.

46- Kibirli olmaktan sakınmak.

47- Yetim çocuğun malını korumak.

48- Genç oğlanlara, şehvete sebep olacak durum ve hareketlerden uzak durmak

49- Günlük vakit namazlarını kazaya bırakmamak.

50- Şirk koşmamak.

51- Zinadan kaçınmak.

52- Alkollü içki içmemek.

53- Boş yere yemin etmemek.

54- Haksız yere, zulümle yani gayri meşru olarak başkasının malını almamak. Kul hakkından korkmak. [En önemli kul hakkı ve azabı en çok olan, akrabasına ve emri altında olanlara emr-i maruf yapmamak, bunlara din bilgisi öğretmemektir. Bid'at sahibinin, Ehl-i sünnet itikadını değiştirmesi, dini, imanı bozması da böyledir.]

Emali kasidesi

Sual: Emali kasidesini çok övüyorlar. Bu kaside hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Büyük İslam âlimlerinden, Siraciyye fetva kitabının sahibi, Ali Uşi hazretlerinin yazdığı Emali kasidesinde, Ehl-i sünnet itikadı manzum olarak çok güzel anlatılmıştır. Orijinal aslı şahane bir manzumedir. Bu eserde özetle deniyor ki:

Allahü teâlâ, ezeli ve ebedidir. Hayır da, şerri de yaratan odur. Fakat O, şerre razı değildir.

Allah’ın sıfatları, zatının aynı da, gayrı da değildir. Bütün sıfatları da ezeli ve ebedidir. O hiçbir şeye benzemez.

Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, Arşı da yaratmıştır, fakat oraya yerleşmiş denilemez. Çünkü Arşı yaratmadan önce de var idi. Mekandan ve zamandan münezzehtir.

Mukallidin imanı muteberdir. [Ana babasını, hocalarını taklit ederek, doğru itikada kavuşan kimsenin imanı sahihtir. Ancak, inceleyip araştırmadığı için, yani fen bilgilerini kısaca öğrenip, Allahü teâlânın varlığını düşünmediği için, günah işlemiştir. Fen bilgisini öğrenmemiş bir kimse, ana babadan, kitaptan öğrenerek iman ettiği, düşünerek kabul ettiği, aklını kullanarak inandığı için, istidlali terk etmiş sayılmaz diyen âlimler de vardır.]

Kuran-ı kerim kelam-ı ilahidir, mahluk [yaratık] değildir.

Cennette nimetler, Cehennemde azap vardır. Cennet ve Cehennem hiç yok olmaz.

Müminler, Cennette iken, hiçbir şeye benzemeden Allahü teâlâyı görünce başka nimetleri unuturlar.

Allahü teâlâya en faydalı olanı yaratması farz [mecbur] değildir.

Peygamberlere ve meleklere [ve Amentü’deki diğer esaslara] inanmak farzdır.
Hazret-i Muhammed aleyhisselam son peygamberdir, dini kıyamete kadar bâkidir, miracı da haktır. Bütün peygamberler, peygamberlikten önce de sonra da günah işlemezler. Kadınlardan peygamber gelmemiştir.

Hazret-i İsa gelecek, Deccalı öldürecektir.
Evliyanın kerameti haktır.

Ebu Bekr-i Sıddık, bütün eshab-ı kiramdan üstündür.

Akıl baliğ olanın Allah’ı bilmemesi özür olmaz.
Kâfirin son nefesteki imanı makbul değildir.

İbadetler, ameller imanın parçası değildir. [Yani farzı yapmayana kâfir oldu denmez.] Katillik, gasp, zina gibi büyük günah işleyen müslümana kâfir oldu denilmez. Bir müddet sonra, dinden çıkmayı niyet eden, o anda dinden çıkıp kâfir olur.

Elfaz-ı küfürden bir sözü, anlamını kabul etmese de söyleyen kâfir olur. [Yani şaka olarak veya güldürmek için söylese yine küfür olur. Mesela ben peygamberim dese küfür olur.] Sarhoş iken, elfaz-ı küfrü söyleyene kâfir dememelidir.

Helal da haram da rızktır.
Kabir suali ve kabir azabı haktır.

Affa ve şefaate kavuşanlardan başka bütün günahkârlar, günahlarının cezalarını çekeceklerdir.

Müminlerin, Cennete girmesi Allah’ın fazlındandır. Çünkü kimse ameliyle Cenneti hak edemez.

İnsanlar, dirilince hesaba çekileceklerdir.

Kıyamet günü amellerin tartılması ve sırattan geçmek haktır.
Bu dünya sonradan yaratılmıştır.

Duaların etkisi vardır.
Dağlar kadar büyük günahı olanlar da, az veya çok şefaate kavuşacaktır.

Cennet de Cehennem de şu anda mevcuttur.

İman ehli, günahların cezası olarak ebediyen Cehennemde kalmayacaktır. [Cehennemde ebedi kalmak kâfirlere mahsustur.]

Dinde on esas

Taberani’de bildirilen bir hadis-i şerifte, İslamiyet’in şu on esasından biri noksan olan kimsenin, zararda olduğu bildirilmektedir:

1- La ilahe illallah, Muhammedün resulullah demek
Müslüman olmak için, bu kelime-i tevhidi, inanarak söylemek gerekir. Müslüman olan bir kimseye, ilk önce (La ilahe illallah, Muhammedün resulullah) kelimesinin manasını bilmek ve inanmak farzdır. Bu kelimeye, Kelime-i tevhid denir. Kısaca manası, (Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam da Onun Resulüdür) demektir. Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Amellerin kıymetlisi La ilahe illallah demektir.) [Hakim]

(La ilahe illallahı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin!) [Taberani]

(La ilahe illallah diyen bela ve sıkıntılardan kurtulur.) [Bezzar]

2- Namaza devam etmek
Namazı doğru kılan, Allahü teâlânın sayılamayacak kadar çok olan bütün nimetlerine şükretmiş sayılır. Nitekim, (Namaz, şükrün bütün aksamını camidir) buyuruluyor. Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekat verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlar için korku ve üzüntü yoktur.) [Bekara 277]

3- Zekat vermek
Kur'an-ı kerimde, zekat çok yerde namazla birlikte emredilmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allah’a ve Resulüne inanan, malının zekatını versin!) [Taberani]

(Zekat vermekle müslümanlığınız mükemmel hâle gelir.) [Bezzar]

(Zekat vermeyene Allahü teâlâ lanet eder.) [Nesai]

4- Oruç tutmak
Ramazan ayında, bir ay oruç tutmak farzdır. (Bekara 185)
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Oruç tutan dostum, tutmayan ise düşmanımdır.) [Beyheki]

(Ramazan orucunu tutup ölen, Cennete girer.) [Deylemi]

(Ramazanda bir gün oruç tutmayan, onun yerine bütün yıl oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz.) [Tirmizi]

5- Haccetmek
Mekke-i mükerreme şehrine gidip gelinceye kadar, geride bıraktığı çoluk-çocuğunu geçindirmeye yetişecek maldan fazla kalan para ile oraya gidip gelebilecek kimsenin, ömründe bir kere, Kâbe-i şerifi tavaf etmesi ve Arafat’ta durması farzdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yoluna gücü yetenlerin Beytullahı haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.) [A.İmran 97]

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Haccı kabul olanın, bütün günahları affolur.) [Beyheki]

(Hac yolunda harcanan mal için, yediyüz misli sevap verilir.) [Beyheki]

(Hac etmek için Mekke’ye giderken ve oradan dönerken ölene, ahirette terazi kurulmaz, hesaba çekilmez ve günahları affedilir.) [İsfehani]

6- Cihad etmek
Önemli bir ibadettir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.) [Maide 35]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(En kıymetli amel cihaddır.) [Taberani]

(İnsanların en üstünü, canı ve malı ile Allah yolunda cihad edendir.) [İ.Ahmed]

(Cihadın en faziletlisi, farzları ifa etmektir.) [Taberani]

7- Emr-i maruf
İyiliği emretmek, yaymak demektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(İmkanı var iken, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayan bizden değildir.) [Tirmizi]

8- Nehy-i münker
Kötülükten sakındırmak demektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Şehidden üstün mücahid, emr-i maruf ve nehy-i münker yapandır.) [İ.Gazali]

9- Cemaate katılmak
Birlikte rahmet, ayrılıkta azab-ı ilahi vardır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Cemaatten ayrılan yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani]

10- Taat
Allahü teâlânın beğendiği şeylerdir. Bunları yapan müslüman sevaba kavuşur. Allahü teâlânın beğendiği şeylerin hiçbirini yapmayan kimse, elbette büyük zarara uğrar.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Beni [taatle] zikredin ki, ben de sizi [rahmetle] zikredeyim) [Bekara 152]

Hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, taatten gafil olan kimseyi sevmez.) [Deylemi]

Fıkh-ı ekberden parçalar

İmam-ı azam hazretlerinin Fıkh-ı ekber kitabının bazı bölümleri şöyledir:
İman Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, hesap, mizan, Cennet ve Cehenneme inanmak ve hepsini hak bilmektir.

Allah, birdir, doğmamış ve doğurmamıştır. Ona hiçbir şey denk değildir. O yarattıklarından hiçbirine benzemez, isimleri, zati ve fiili sıfatıyla hep var olmuş ve var olacaktır. Onun İsim ve sıfatlarından hiçbiri sonradan olma değildir, hepsi ezelidir. O ilmiyle daima bilir, kudretiyle daima kadirdir. Kelam ile konuşur, yaratması ile daima halıktır, fiili ile daima faildir. Yapılan şey mahluktur. Allah’ın fiili ise mahluk değildir. [Fiil; iş, fail ise iş yapan demektir. Kadir, her şeye gücü yetendir.]

Tevhidin aslı, Amentü’ye inanmaktır. Kur’anda zikredilen el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır. Onun eli, kudreti veya nimetidir denilemez. Çünkü bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. [Bozuk fırkalar, bizzat el yüz gibi diyerek insana benzettikleri için, bu sıfatları aynen kabul ederek tevil etmenin caiz olduğunu imam-ı Gazali hazretleri bildiriyor.]

Allahü teâlâ ahirette Cennette görülecektir.
Allahü teâlânın, isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazilette eşittir, aralarında farklılık yoktur.

Onun sıfatlarının hepsi, mahlukların sıfatlarından başkadır. O işitir, fakat bizim işittiğimiz gibi değil. O kadirdir, fakat bizim gücümüzün yettiği gibi değil. Biz uzuvlar ve harflerle konuşuruz. Oysaki Allah, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahluktur, fakat Allah’ın kelamı mahluk değildir.

Kur’an-ı kerim mahluk [yaratık] değildir, orada Peygamberlerden, kâfirlerden, mesela Firavun ve İblisten naklen verilen haberlerin hepsi Allah kelamıdır. Allah’ın kelamı mahluk değildir.

Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamın neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış, onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı emredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar da onun Rab olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, onların imanıdır. İşte onlar bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra küfre sapan, bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik eden de fıtratında sebat ve devam göstermiş olur.

Peygamberlerin hepsi de küçük, büyük günah ve çirkin hallerden beridir. Fakat onların sürçme ve hataları vaki olmuştur. [Buna zelle denir. Zelle, doğrular içinde en doğruyu bulamamak demektir.]

Peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri haktır.

Peygamberlerin şefaati haktır. Peygamber efendimizin şefaati büyük günah işleyenleredir.

Kıyamet günü amellerin mizanla tartılması ve Peygamber efendimizin havzı haktır. Kıyamette, hasımlar arasında hesaplaşma olması haktır.
Cennet ve Cehennem şimdi vardır, ebediyen de yok olmayacaktır.
Eshab-ı kiramın hepsini ancak hayırla anarız. Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Hazret-i Ebu Bekir, sonra diğer üç halifedir. [Fazilet sırası, halifelik sıralarına göredir.]

İman, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakîn ve tasdik yönünden artar ve eksilir. Müminler, iman ve tevhid hususunda birbirlerine eşittir. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdır.

[İman; dil ile ikrar kalb ile tasdiktir. İman artmaz ve eksilmez. Ancak parlaklığında, kuvvetinde çoğalma olur. Amel, imandan parça değildir. Günah işleyene kâfir denmez. İman herkese lazım iken, her amel herkese lazım değildir. Mesela nisaba ulaşmayan fakir zekat vermez. Hayz ve nifas halinde namaz kılınmaz. Fakat fakire ve böyle kadına iman lazım değildir denemez.]

Allahü teâlâ, dilediğini bir lütuf olarak hidayete ulaştırır. Dilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür.

Mirac haberi haktır. Deccal’ın, Yecüc ve Mecüc’ün ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hazret-i İsa’nın gökten inmesi ve diğer kıyamet alametlerinin hepsi de haktır.

Kabir suali kabirde ruhun cesede iadesi ve kâfirler ile günahkâr müminler için kabir azabı haktır.

Mestler üzerine meshetmek varid olan hadise göre caiz olup; mukim için bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gecedir. Hadis, mütevatire yakın olduğu için inkâr edenin küfründen korkulur.

Kişinin nasıl ibadet edeceğini öğrenmesi birçok ilimden daha efdaldir.

Ehl-i kıbleden olanı tekfir etmemek [namaz kılana kâfir dememek], kimseyi imandan uzaklaştırmamak, marufu [iyilikleri] emredip, münkerden [kötülüklerden] sakındırmak, senin için takdir olunanın mutlaka sana ulaşacağını bilmek, Eshab-ı kiramdan hiçbiri ile alakayı kesmemek, hepsini de sevmek gerekir.

Günahkâr Müslümana kâfir denmez. Günahlar, mümine zarar vermez de demeyiz. Küfür hariç, büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mümin olarak ölen kimsenin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennemde azap eder, dilerse affeder, hiç azaba uğratmaz.

İmam-ı a'zam hazretleri, âlimlerle otururken biri gelip, (Bir mümin, babasını öldürse, sonra şarap içerek sarhoş olsa ve zina etse imanı gider mi?) dedi. Bunu işiten âlimlerin hepsi bu suali sorana kızarak, (Bunu sormaya ne lüzum var? Elbette imanı gider, kâfir olur) dediler. İmam-ı a'zam hazretleri, (O kimse, çok büyük günahlar işlemişse de, yine mümindir. Günah işlemekle iman gitmez) buyurdu.

İnanılması gereken diğer şeylerden mezhebimizde olanlardan bazıları da şöyledir:
Allah, kulun güç yetiremeyeceği şeyleri onlara emretmez.

Şeytan, müminden imanı zorla alamaz. Fakat kul imanı terk ederse şeytan da onun imanını alır.

Kâfir olarak ölen asla affa uğramaz, sonsuz olarak Cehennemde kalır.

Peygamberlerin ilki Adem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır.

Kul kendisinden emir ve yasakların kalkacağı bir duruma ulaşamaz. Herkes, gücü yettiği ölçüde ibadet etmekle yükümlüdür.

Öldürülen de, intihar eden de eceliyle ölmüştür. Ecelsiz ölüm olmaz.
Ölüler için dua edilince ve onlar için sadaka verilince ölüler fayda görür.
Evliya, peygamber derecesine ulaşamaz.

Allah’ın rahmeti lüzumsuz değildir

Sual: Bir arkadaş, “iman etmek için kelime-i şehadetteki Muhammedün Resulullaha lüzum yok, la ilahe illallah demek yetişir” dedi. İslam’ın birinci şartında kelime-i şehadette Muhammedün Resulullah yok mudur? Amentü’nün sonunda, (Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü) demiyor muyuz? Böyle iman sahih midir? Kelime-i şehadetin manası nedir?
CEVAP
Kelime-i şehadetin manası şudur:
(Ben şehadet ederim ki, yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu ve resulüdür.)

Peygamberlere iman, imanın şartıdır. Bunlardan birine bile inanmayan Müslüman olamaz. Mesela Hazret-i Âdem peygamber değil diyen Müslüman değildir.

(Muhammedün Resulullaha lüzum yok) demek, İslamiyet’in bildirdiği şeylere inanmayın demenin başka şeklidir. Çünkü, (Muhammedün Resulullaha lüzum yok) demek, hâşâ Allahü teâlâyı cahillikle itham etmek olur. Lüzum olmasaydı, Kelime-i şehadette, tehıyyatta, ezanda, âyet-i kerimelerde, hadis-i kudsilerde defalarca hiç bildirilir miydi?

İnanmak tabirinin bir manası da beğenmek demektir. Dinde bildirilen bir hususa inandığı halde, beğenmeyenin imanı gider. Mesela sünnet olan sakal-ı şerife inandığı halde, beğenmeyen dinden çıkar. Nerde kaldı ki, dinin sahibini, peygamberini beğenmeyen müslüman olabilsin.

(Muhammedün Resulullaha lüzum yok) demek, Allah’ın rahmetine lüzum yok demek midir yoksa Allah’a da, Kur’ana da, Peygambere de inanmayın demek midir? Kur’an-ı kerim baştan sona kadar Resulullah efendimizi övmektedir. Bu konudaki üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]

(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158]

(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmez.) [Sebe 28]

Resule uymak şarttır
(Muhammedün Resulullaha lüzum yok) demek, Resulullaha uymaya lüzum yok demek midir? Allahü teâlâ defalarca, Muhammed aleyhisselama iman edip uymayı emrediyor, uymayan Müslüman olamaz, kâfir olur buyuruyor. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Nur 54]

(De ki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] Elbette Allah kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32]

(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Fetih 13]

(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36]

Allah’a inandım demek yeter mi?

Sual: Bir arkadaş, (Hiçbir şey kendiliğinden olamayacağı için Allah’a inanıyorum, ama dinlere, peygamberlere, kitaplara, ahirete inanmıyorum) diyor. Böyle düşünen Allah’a inanmış sayılır mı?
CEVAP
O, kesinlikle Allah’a inanmıyor. Nasreddin Hocanın, (Doğduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun) dediği gibi, (Ben öğrenciyim; ama öğretmene, derse, imtihana inanmam) denir mi? Öğrenci ise, öğretmene, derse inanması gerekir. (Ben kanuna inanırım; ama savcıya, mahkemeye inanmam) denir mi? Ortada bir kanun varsa, bunu hazırlayanlar var, onları uygulayan mahkeme var demektir. Samimi olarak Allahü tealaya inanıyorsa, elbette onun emir ve yasaklarına da inanması gerekir.

İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanlar, bir karıncayı, bir kuşu, bir arpa tanesini yaratamaz. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar. Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir prospektüsünü [tarifesini] de yanına koyar. Yine de anlaşılması zor ise, kullanmasını öğretecek kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan cenab-ı Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115]

İnsan denilen makinenin de, bir kullanma tarifesi vardır. Bu da Allahü tealanın, peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği kitaplardır. Son Peygamber olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur’an-ı kerimdir. Kur’an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. (Allaha inanıyorum) diyenin, onun gönderdiği kitaplara, peygamberlere de inanması gerekir.

Ortada bir eser varsa, bu eseri elbette meydana getiren biri vardır. Bu eserin nasıl kullanılacağını elbette bildirmiştir. Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyene, kendisini ebedi tehlikeye atana akıllı denebilir mi? Kur’an-ı kerimin çok yerinde, (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:

(Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizi]

(Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ. Muhber]

(Aklı olan kimse iman eder.) [Beyheki]

Şu halde ben Allah’a inanıyorum diyen akıllı kimsenin, kitaplara ve peygamberlere de iman etmesi ve ibadetlerini yapması, haramlardan kaçması gerekir. İmanın altı şartından birine bile inanmayan iman sahibi olamaz. Ben sadece Allah’a inanıyorum demesi kendini aldatmaktan başka şey değildir.

Allah var demek yeter mi?

Sual: Bazıları, bütün ömürlerini Allah’ın varlığını ispat etmekle geçirmekte, (Asıl maksat iman olduğuna göre, Allah’ın varlığını ispat ile uğraşmak, ibadetle, fıkıh ilmi ile meşgul olmaktan daha iyidir) diyerek, her zaman, bitkilerin, insan ve hayvanların anatomisini incelemek suretiyle imanı kuvvetlendirmek gerektiğini söylüyorlar. Allah’a inanan insan için devamlı bunlarla meşgul olmak uygun mudur?
CEVAP
Asla uygun değildir. Allah’a inanan kimsenin, Allah’ın sıfatlarını da bilmesi gerekir. Bilmezse veya yanlış bilirse, Allah’a inanmış sayılmaz. Allahü teâlâya sıfatları ile inanan kimsenin, kendisine gereken ibadet bilgilerini öğrenmesi farz olur. Fıkhı bırakıp da, Allah’ın varlığını ispat ile uğraşması çok yanlıştır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(İmanın sermayesi fıkıhtır.) [Deylemi]

(Fıkıh ilmi her Müslümana farzdır.) [İ.Maverdi]

(Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyheki]

Fıkıh ilmi ise, nakli esas alan doğru bir ilmihâl kitabından öğrenilir. Bir Müslümanın, imanını ehl-i sünnet itikadına göre düzelttikten sonra, imanın gereği olan amellerini ilmihâle uygun yapması gerekir. Ayrıca imanını tehlikeye düşürecek iş ve sözlerden de uzak durmalıdır. Çünkü iman ne kadar kıymetli ise, zıddı olan küfür de o kadar kötüdür.

İman bilgilerini anlatan kelam ilmini akıl ve nakil ile ispat edecek ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar okumak farz-ı ayn olup, bundan fazlasını öğrenmek ancak din âlimlerine gerekir. Başkalarına caiz değildir. Başkaları bu ilimle meşgul olursa, bâtıl yollara kayar, zındık olur.

İslam âlimleri buyuruyor ki:
İlmi kelam ile uğraşıp sapıtmak yanında, büyük günah işlemek hafif kalır. Ehl-i sünnet itikadını iyi öğrenmeden önce, ilmi kelam ile uğraşmanın zararı bilinseydi, kelam ilmi ile uğraşmaktan, aslandan kaçar gibi kaçınılırdı. (İmam-ı Şafii)

Kelam ilmi ile uğraşan hep şüphe içindedir. (İmam-ı Ahmed)

Resulullah, Fıkhı teşvik etti. Kelamı men etti. (Hadika)

Fıkhı öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır. (İbni Âbidin)

Tasavvuf sayesinde iman sağlamlaşır, şüphe getiren tesirlerle sarsılmaz. Akıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlendirilen iman böyle sağlam olmaz. (İmam-ı Rabbani)

İman bilgilerini, ihtiyaçtan fazla öğrenmek caiz değildir, bid’atlerin yayılmasına sebep olur. (Hindiyye)

İbni Sakka isimli bir âlim, her şeyi akılla ispata kalkardı. Akla çok önem verirdi. Allah’ın varlığını, birliğini 99 delil ile ispat ederdi. Zamanla aklının almadığı konular da çıktı, şüpheleri arttı, bocalamaya başladı. Nizamiyye Medresesi’nde vaaz eden Yusuf-i Hemedani hazretlerine bir şey sordu. O da (Otur, senin sözünden küfür kokusu geliyor) buyurdu. İstanbul’a elçi olarak gidince, hıristiyan oldu. Hıristiyan olduktan sonra da, 100 delil ile Allah’ın 3 olduğunu ispata kalkıştı. (F. Hadisiyye)

Bir kimse, Allah’a, ahiret gününe inansa, Peygamberlerden sadece birine inanmasa kâfir olur. Çünkü Allahü teâlâ, kendisine inanmaktan başka, bütün peygamberlere inanmak gerektiğini bildirmiştir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlar, sana ve senden önce gönderilen kitaplara ve peygamberlere ve ahiret gününe iman ederler.) [Bekara 4]

Peygamber efendimiz, Kur’an-ı kerimi açıklayarak, imanı şu şekilde tarif etmiştir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe [Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]

Amentü’deki 6 esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah var demek kâfi değildir. Gayri Müslimlerden de Allah var diyenler çoktur. Mümin olmaları için bütün Peygamberlere inanmaları gerekir. Yahudiler ve Hıristiyanlar, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için kâfir oldular. Bir Müslüman da, Amentü’de bildirilen 6 esastan birini, mesela kaderi inkâr etse, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. İman esasları, Allahü teâlânın kesin emridir, olmazsa olmazlardandır. Samimi olanlar, yani akıl, ilim, insaf sahipleri için, Allahü teâlânın emrini, yani iman esaslarını kabul etmekten daha makul, bir şey yoktur. Aksi, şeytanın, cahilliğin, inadın insanı kâfirliğe götürdüğü bâtıl bir yoldur.

İman ve İslam farklı mıdır?

Sual: Ehl-i sünnet âlimleri, imanı ve İslam’ı nasıl tarif etmiştir?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimleri, Peygamber efendimizin bildirdiği tarifi aynen aktarıyor. İman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmaktır. Amentü olarak bildirilen hadis-i şerifin meali şöyledir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]

Meşhur Cibril hadisi de, imanın ve İslam’ın şartlarını açıklıyor:

Hazret-i Ömer anlatır:
Bir gün, Resulullahın yanında oturuyorduk. Tanımadığımız bir adam gelip sordu:
- İslam ne demektir ya Resulallah?
- Kelime-i şehadet söylemek, her gün beş vakit namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, zekat vermek ve gücü yeterse Hacca gitmek.

- Doğru söyledin. İman ne demektir? [Biz bu kimsenin hem sorup hem de doğru diye tasdik etmesine hayret ettik.]
- İman, Allah’a ve Meleklere ve Kitaplara ve Peygamberlere ve kıyamet gününe ve hayrın şerrin, Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmaktır.

- Doğru söyledin. İhsan ne demektir?
- Allahü teâlâya, Onu görür gibi ibadet etmendir. Sen Onu görmüyor isen de, O seni hep görmektedir.

- Kıyamet günü ne zaman olacaktır?
- Bunu, kendisinden sorulan, sorandan daha iyi bilmez.

Kıyametin alametlerini sordu. Resulullah da bildirdi. O kimse gittikten sonra, Resulullah bize dönerek, (Bunları sorup giden, Cebrail aleyhisselam idi. Size dininizi bildirmek için gelmişti) buyurdu. (Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi)

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bazısı hayrın anahtarı, şerrin kilididir. Bazısı da, şerrin anahtarı, hayrın kilididir. Allah’ın hayrın anahtarını verdiği kimselere müjdeler olsun, şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun.) [İbni Mace, Ebu Davud, Taberani, İbni Hibban]

Bu hadis-i şerif de gösteriyor ki, hayır da şer de Allah’tandır. Şu âyet-i kerime de, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir:
(Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize kavuşmayı ummayanları [ahireti, dirilmeyi inkâr edenleri] biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.) [Yunus 11]

Hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Kul hayır veya şer ister, Allah da kabul ederse kul irade-i cüziyyesi ile onu işler. Allah izin vermezse, kul hayrı da, şerri de işleyemez. Onun için Peygamberimiz, (Hayır da, şer de Allah’tandır) buyurmuştur. Yoksa kimseye zorla hayır veya şer işletmez. Öyle olsa, şer işleyen kimse, “falancaya hayır işlettin bana niye şer işlettin” der. Cebriye fırkası, hayrı da şerri de Allah zorla işletir der, Mutezile ise, hayra da şerre de Allah karışmaz, ikisini de kul yaratır der. Bunun ikisi de yanlıştır.

Sual: İman-İslam, Mümin-Müslüman aynı mıdır, ayrı mıdır?
CEVAP
İman, sözlükte, bir kimseyi tam doğru sözlü bilmek, ona inanmak, korkusuz olmak demektir. İslam ise, teslim olmak ve kurtulmak demektir. Istılahta yani deyim olarak farklıdır.

İman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek, beğenmek ve inandığını dil ile de söylemek demektir.

Dinimizdeki hükümlerin tamamına İman ve İslam denir. Hepsi kısaltılarak, Amentü’de altı madde haline getirilmiştir. Amentü’de bildirilenlere inanana Mümin veya Müslüman denir. İman ve İslam birdir.

İman sadece inanmak, İslam da uygulamak olsa idi, İslam’ın şartı beş değil dört olurdu. Birinci şart kelime-i şehadet getirmek yani inanmak, ötekiler ise ameldir. Hepsine birden İslam’ın şartı deniyor. İman edip de diğer dört şartı da yapana Müslüman deniyor.

Amel edilecek, yani kalb ile ve beden ile yapılacak ve sakınılacak şeylere, İslamiyet denir. İman, kalb ile olur. İslam, kalb ve lisan ile birlikte olur. İman kalbe mahsustur. İslam ise, kalbin, lisanın ve bedenin umumuna şamildir. Kalbdeki iman ile kalbdeki İslam birbirlerinin aynıdır.

İman, muma benzer, Ahkam-ı İslamiye mum etrafındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de, İslamiyet’tir. İmansız, İslam olamaz. İslam olmayınca, iman da yoktur.

İman eden, Allahü teâlânın emirlerine teslim olur, yani Müslüman olur. Kısacası, her mümin Müslümandır; her Müslüman, mümindir. İman ve amel bilgilerine İslamiyet denir.

Sual: Hucurat suresinde, (Bedeviler, “İnandık” dediler. De ki: Siz iman etmediniz, fakat “İslam olduk” deyin) deniyor. İman ile İslam, yani Müslüman ile mümin farklı mıdır?
CEVAP
Kelime olarak farklı ise de, mana olarak farklı değildir. Bu meal açıklanmazsa iman ve İslam'ın ayrı olduğu zannedilir. İslam olmak, terim olarak değil de, kelime anlamı itibariyle, teslim olmak, boyun eğmek, anlaşmayı kabul etmek demektir. İslam kelimesinin manası bilinirse, mesele kalmaz.

Bu âyet-i kerimede, ganimet hevesi ile Müslüman görünen bazı Bedeviler, sadaka almak için, (Biz iman ettik) dedikleri zaman, onlara, (Hayır siz iman etmediniz, kalben tasdik etmediniz, kılıç korkusundan ve İslam nimetinden faydalanmak için Müslüman göründünüz. İman ettik demeyin, size teslim olduk, boyun eğdik deyin) denmiştir.

Tefsir kitaplarında bildiriliyor ki:
Âyet-i kerime, Esed bin Huzeyme oğullarından, bedevi olan Araplar hakkında inmiştir. Bunlar, Resulullahın huzuruna bir kıtlık yılında gelmiş ve zahiren şehadet kelimelerini getirmişti. Ancak inanmış değillerdi. Medine yollarını pisliklerle berbat etmiş, fiyatların yükselmesine sebep olmuşlardı. Resulullaha, (Biz sana yüklerimizle, ailelerimizle birlikte geldik. Başkaları seninle çarpıştığı gibi, biz de seninle savaşmadık. Bunun için bize zekât mallarından bir şeyler ver) demeye ve Peygamber efendimize minnet etmeye başlamışlardı. Allahü teâlâ da, onlar hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Allahü teâlânın, (Fakat teslim olduk deyin) buyurması, biz, (Öldürülmek ve çoluk çocuğumuz esir alınmak korkusuyla teslimiyet gösterdik deyin) demektir. İşte bu, münafıkların vasfıdır. Çünkü onlar kalb ile tasdik etmeden, inanmış görünmekle, ölüm ve esaretten kurtuldular. İmanın gerçeği, kalb ile tasdiktir. Müslüman olduk demek, Peygamberin getirdiklerini zahiren kabul etmektir. Bu da, dünyada kişinin kanını dökülmekten kurtarır. (Kurtubi)

Sual: Hıristiyanlarla iman birliğimiz var diyen bir yazar, şunları yazıyor:
“Bir Alman Müslüman bana, (Sizler hep İslam’ı anlatıyorsunuz. Halbuki insanların ihtiyacı İslam’a değil, imanadır) dedi. Bir hoca da vaazında, (Yeryüzü bir kitaptır. Bitkiler, varlıklar da bu kitabın harfleridir, satırlarıdırlar. Bu kitabı iyi okuyan imanı öğrenir. Kâinatın bir yaratıcısı olduğunu anlar. Bitkiler çamur yer bize meyve verir. Hayvanlar ot yer, bize et verir, süt verir. Bunların bir yaratıcısı oluğunu düşünmek imandır) dedi. Bu hoca gibi kimse imanı anlatmıyor, herkes, imanı değil hep İslam’ı anlatıyor. Kaybımız da buradan oluyor.”
Şimdi soruyorum: İslam’ı anlatmak kayıp mıdır? İnsanların İslam’a ihtiyacı yok demek küfür değil midir? İman İslam’dan farklı mıdır?
CEVAP
Sadece Allah’ın varlığını anlatmak iman değildir. Bir Yahudi de, bir Hıristiyan da Allah’ın varlığına inanır. Çünkü kâinattaki her şey, bütün fen ilimleri, Allah’ın varlığını göstermektedir. İnsan aklı ile bir yaratıcının olduğunu bilebilir. Ama Allah’a nasıl iman edileceğini, nasıl ibadet edileceğini bilemez. Bunun için İslamsız iman olmaz. İman Amentü’de bildirilmiştir. Amentü’deki altı esastan biri eksik olursa o iman olmaz. Sadece kâinat kitabını okumakla iman edilmiş olmaz. İmanın altı esasını anlatmak da yetmez. Elde edilen iman muhafaza edilmezse imanı anlatmanın ne önemi var?

İmanı muhafaza edebilmek için iki şey lazımdır:
1- Doğru imana yani Ehl-i sünnet itikadına sahip olmak.
2- Salih amellere sarılmak.

İman, muma benzer, ibadetler mum etrafındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de, İslamiyet’tir. Olmazsa fener, mum çabuk söner. İmansız İslam olmaz, İslam olmayınca, iman da yoktur. Bunun için Kur’an-ı kerimde, (İman edip salih amel işleyenler) ifadeleri geçmektedir. Demek ki imanı muhafaza edebilmek için, salih ibadetlere sarılmak şarttır. Bunun için de fıkhı iyi bilmek gerekir. Bilmeden yapılan ibadet boşa gider, hem de iman muhafaza edilemez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.) [Beyheki]

(Allah indinde en üstün kimse fakihtir.) [M.Zühdiyye] (Fakih = fıkhı bilen)

(İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]

(Âlimlerin en hayırlısı fakihlerdir.) [İ.Maverdi]

(Fıkhı bilmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemi]

Resulullah efendimiz fıkhı böyle överken, fakih için, Allah indinde en üstün kimse ve fıkıh için de, en kıymetli ibadet buyururken, fıkha ihtiyacımız yok diye fıkhı kötülemek elbette küfür olur.

İmam-ı a’zam hazretleri fıkıh için (lehine ve aleyhine olanı bilmektir) diyor. Kârını zararını bilmeden iş yapana deli denir. Dinde de kârını zararını bilmemek felakettir. Fıkıh bilmeden ibadet yapılamaz, iman da korunamaz. Allah’ın varlığını ispata çalışmakla da iman kurtarılmaz. Küfre düşürücü söz ve hareketleri bilmeyen her zaman küfre düşer. Mesela Allah düşünür demek veya İslamiyet bir düşünce sistemidir demek, ilahi şuur demek küfürdür. Allahü teâlâ, (İman edip salih amel işleyenler hariç herkes zarardadır) buyurdu. (Asr suresi)

Bir dinsiz de, kâinata bakarak bir yaratıcıyı kabul edebilir. Onun için sadece Allah’ın varlığını kabul etmek iman olmaz. İman kalb ile olur. İslam kalb ve dil ile birlikte olur. İman kalbe mahsustur. İslam ise, kalbin, dilin ve bedenin hepsine mahsustur. İman, altı şeyi öğrenip, bunlara inanmak demektir. İman eden, dinin emirlerine uyarak Müslüman olur. Cennete girme şartı müslüman olmaktır. İslam’ı bilmek ve uymak şarttır. Bir âyette, (Allah indinde hak din ancak İslam’dır) buyuruluyor. Yoksa İslamiyet niye geldi? Hâşâ Allahü teâlâ İslam’ı lüzumsuz yere mi gönderdi?

Sual: İmanın şartlarıyla İslam’ın şartları farklı olduğuna göre, iman ile İslam farklı değil mi?
CEVAP
Hayır, farklı değildir. Âdem aleyhisselamdan beri, Allahü teâlâ yüzlerce hak din gönderdi. Hepsinin imanı müşterek idi. İmanda ayrılık olmaz. Bütün dinlerde imanın şartları, amentünün esasları aynı idi. Şimdi, yediye çıkaranlar, beşe indirenler varsa da, kıymetsizdir. Kalble, bedenle yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri farklı olduğundan, her dinin Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela âhir zaman peygamberinin bildirdiği İslamiyet’te İslam’ın şartı beş iken, diğer dinlerde farklı idi. Daha az veya daha çoktu. Mesela Musevilikte, İsevilikte hacca gitmek şartı yoktu. Namaz vakitleri ve rekât sayısı değişikti. Ama imanın şartında değişiklik yoktu; çünkü iman edilecek hususlar zamanla değişmez. İman, muma benzer, dinin emir ve yasakları, mum etrafındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de, İslamiyet’tir. İmansız, İslam olamaz. İslam olmayınca, iman da yoktur.

Sual: Kur’anda bir âyette, (Müslüman olarak can verin) dendiği halde, başka bir âyette ise, (Müminler kardeştir) deniyor. Bu, müminle Müslümanın farklı olduğunu gösterir mi?
CEVAP
Göstermez. İslam âlimleri, (Her mümin Müslümandır, her Müslüman, mümindir) buyuruyor. Kelime olarak mümin, iman eden, imanın altı şartını kabul eden kimse demektir. Müslüman da, İslam’ın beş şartına inanan kimse demektir. Bir kimse, imanın altı şartına inanıp da İslam’ın beş şartına inanmazsa o kimse mümin de, Müslüman da olmaz. Tersine, bir kimse de İslam’ın beş şartına inansa, imanın altı şartına, hatta birine bile inanmasa, mümin de, Müslüman da olmaz.

İmam-ı Kurtubi hazretleri tefsirinde, (Müslüman olarak can verin) mealindeki âyet-i kerimenin, (Müminler olarak can verin) demek olduğunu bildiriyor. (Müminler kardeştir) mealinde âyet-i kerimenin tefsirinde ise, (Müslümanlar kardeştir) anlamına da geldiğini bildiriyor. Peygamber efendimiz de bu âyet-i kerimeleri, aynı şekilde açıklamıştır. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:

(Müslümanlar kardeştir. Takva hariç, biri ötekinden üstün değildir.) [Taberani]

(Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder. ) [Buhari, Müslim]

(Müslüman müslümanın kardeşidir. Kardeşine sattığı malın kusurunu gizlemesi helâl olmaz.) [Müslim]

(Allahü teâlâ, Müslüman kardeşine karşı surat asana lânet eder.) [Deylemi]

(Müslüman kardeşini evinde ziyaret edip, yemeğinden yiyen, yemek yedirenden daha fazla sevab kazanır.) [Hatib]

(Müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durmak helâl değildir.) [Ahmed]

(Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını gideren, hac ve umre sevabı kazanır.) [Hatib]
 

About

,

Site Info

Not :Sitemizde yayınlan tüm yazılım oyun v.b. dosyaların hepsi denem sürümü veya demodur. sex filmleri

SemboLForum

adult2 cizgi film izlesitemap

Text

Net Eviniz Copyright © 2009 Community is Designed by Bie